Eski Coğrafya'da Üzümlü
İlk ve Orta Çağlarda Erzincan ve çevresi Ekleac, Acilisine, Ekletzene, Celecesene, Kelesene, Acisene, Erez, Eriza, Erezevan, Arizan, Ezingan diye coğrafyaya geçmiştir. Ortaçağda ve sonrasında Erzingan ile Erzincan isimleri göze çarpar. Ovanın en önemli akarsuyu Euphrates idi. Kaynaklarını Erzurum'daki Dumlu Dağı'ndan alan ırmak, Elazığ'a kadar Karasu diye isimlendirilmiştir.
1. Üzümlü
Surp Grigor, kuzeydeki dağların ilk bilinen ismidir. Sipikör şekli ile günümüze kadar gelmiştir. Keşiş isimlendirmesi ise Türk dönemine aittir. Son zamanlarda Esence ve devamı da Cibice Dağları diye göze çarpmaktadır. Üzümlü, bu dağın eteğinde kurulmuştur. Tzumina, Iustinianopolis ve Cimin, Üzümlü'nün ilk adlarıdır. Tzumina'nın kelime yapısından Cimin'in çıkarılması mümkündür. Cimin, Mengücüklüler'den itibaren kullanıldı. Bu belde, Sansa ve Cibice Boğazı'nın çıkışında bulunması nedeni ile ticâri ve askeri yollar üzerinde göze çarpmıştır. Kuzeyindeki dağ da 2350 m. yükseklikte olup, Cimin Dağı diye söylenmektedir. Selçuklular, Moğollar, İlhanlılar, Karakoyunlular, Mutahhartan, Temürlüler, Akkoyunlular ve Osmalılar, Cimin diye resmi belgelerde kullandılar. 1516, 1530, 1591 tarihli tapu defterlerinden öğrenildiğine göre Türkler yanında Ermeniler de yaşıyordu. Buğday, arpa, darı, orum, zeğrek, kendir, penbe (pamuk), şıra, bal ve meyve bol miktarda üretilmekte idi. Siyah üzümleri bu devirde de meşhurdu. Ermeniler, şarapçılıkta, Türkler ise yiyecek olarak kullanmakta idi. Akkoyunlular, büyükçe bir câmi de inşâ ettirmişlerdi. Ebû Ishak Zâviyesi de Cimin'de yer alıyor, berat-ı sultani ile ihtiyaçları görülüyordu. Şeyh Pîrî de Cimin'de, 1591 öncesi yaşayan bir şahsiyet, din büyüğü olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı belgelerine göre Cimin Kuzey Erzincan ve Güney Erzincan'da yer almakta, şimdi sahip olduğu köyler Karasu'nun iki tarafına yayılmaktaydı. Küpesi, Süleymanlı, İraduh, Kertah, Peteriç, Pişke Dağ, Sürperan, Hobar, Kiştim, Hinzori, Selepür, Keleriç ve Sansa XVI. Yüzyılda, Erzincan Sancağında, Üzümlü arazisinde idi. Vital Cuinet, XIX. yy sonlarında Djimin yani Cimin'in mülki yapısı için şu tabloyu çizer:
Erzurum Vilâyeti
Erzincan Sancağı
: Key
Haric
Karadeniz
Mağız
Amm
Hazens
Vasgirt
Cenciğe
ve Djumin/Cimin.
Buna göre, Cimin, Erzurum vilâyetinde, Erzincan Sancağında, Cimin isimli beldeyi oluşturmakta idi. Cumhuriyetin ilânından sonra, Fethi (Okyar) Bey'in başkanlığı zamanında, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 89. maddesi gereğince Erzincan 22 Mart 1923 de "vilâyet" yapıldı. 1926 ve 1930 da, Erzincan'ın nâhiyeleri Başköy, Esesi, Cencige, Selepür ve Cimin'di. Bu beldeye bağlı köy sayısı da on üçtür. Ülkemizdeki yerleşim yerlerine ilişkin isim değişikliği kanunuyla birlikte ismi de değiştirilerek "Üzümlü" denildi. Bu adı almasında başlıca etken, yetiştirdiği meşhur üzümüdür. Beyşehir'de, Denizli'de ve Siirt'te aynı adı taşıyan belde ve köyler vardır.
Cimin, 19 Haziran 1987'de, 3392 sayılı kanun ile ilçe hâline getirildi. Bir bucağa sahip olup, burası da Tanyeri'ydi. Merkez ilçe ve Tanyeri'ne bağlı köyler şunlardı:
1. Altınbaşak
2. Bayırbağ: Erzincan-Cibice Boğazı yolunun kuzeyinde, Üzümlü yakınında ve güney-doğusundadır. Boztepe ve Vank, Deveboynu gibi yerlere yakındır. Doğusundan Pahnik deresi kuzey-güney istikametinde akmaktadır. İlk Osmanlı kayıtlarında da Peteriç ismi ile geçmekte olup, halk arasında üç hece, ikiye düşürülerek "Petriç" diye de söylemektedir. Buğday, arpa, darı, orum, zeyrek, kendir, şıra, bal, soğan ve meyveler eskiden beri ürettikleri şeylerdir. Bostanları ve pamuk alanları da vardı. Petriç, mâlikâne hissesine de katkıda bulunuyordu. Genel isim değişikliğinden sonra Bayırbağ adını almıştır.
3. Büyük Kadağan: Cimin Hanları (şimdi harabe) yakınındaki Altınbaşak istasyonunun güneyinde Karakilise yolu üzerindedir. Büyük ve Küçük Kadağan diye meşhurdur. Kadağan, Moğol veya İlhanlı devrinin izlerini taşımaktadır. Kadagan/Kadağan , aynı zamanda Erzincan'dan on bin kişilik ordusu ile geçen Kadağan Noyan ile ilgili olabilir. Kadağan ismin çoğul şeklidir. Tekili Kadak veya Kadağ'dır.
4. Çadırtepe: Üzümlü yakınında olup, eskiden Radık diye söyleniyordu. Ne anlama geldiği bilinmemektedir.
5. Demirpınar: Pişkidağ, Abige ve Kiştim arasındadır. Eski adı Sürpiran'dır.
6. Denizdamı: Demiryolu üzerinde, Karasu yakınındadır. Süleymanlı ile komşudur. Karasu'nun arz ettiği bol sulak arazi nedeni ile bu ismi almış olabilir.
7. Geyikli: Ekşisu/Böğert, İraduh ve Cimin yolunun kuzeyindedir. Cimin Dağı'nın güney yamacını kaplamaktadır. Eski adı Kertah'dır.
8. Göller: Göller Köyü Üzümlü'nün kuzeydoğusundadır. Esence zincirinin Cimin Dağı eteğindedir.
9. Karakaya: Üzümlü'de bir beldedir. Han harabesi, çermik ve Boztepe'nin yakınındadır. Eski adı Keleriç'dir. Peteriç gibi "iç" son ekine sahiptir. Kanuni devrinde, Müslümanlar ve Ermeniler bir arada yaşıyorlardı. Eski bir câmiî ve Mevlâna Ali Zâviyesi vardı. Atabeg isminde biri, Darü'l- İlm Medresesi'ne hayırda bulunmuştur. Geleriş ve Keleriş söylenişi de vardır. Yörede çok miktarda kara taş olduğundan, günümüzde Karakaya adını almış, 1987'de belde olmuştur. Hant yolu, Düz, Eşekçi, Kamçıcı, Tutdibi, Ağundur, Karaağaç, Katır, Gololar, Uzunoluk, Orta, Çermik, Eski Şose, Değirmen, Sarıkaya, Pişkidağ, Eski Cedah yolları Karakaya ile ilgilidir. Çevredeki yayla isimleri de: Mekyurdu, Yoşalı, Korgözeler, Köroğlu Taşları, Kemahlı, Delav, Muratlar, Kurtçukuru, Gıraba, Çermik ve Ağundur'dur.
10. Pişki Dağ: Han Harabesi, Göller ve aynı ismi taşıyan yükselti civarındadır. Keleriç, Göller ve Abige ile de irtibatlıdır. İsim "pişmek" fiilinden türemiştir. Pişmek: Piş- ki.
11. K.Sarıkaya: Cimin Dağı eteğindedir. Pişkidağ-Ahmedağa yolu üzerindedir. Eski adı Kureyşli'dir. Mezraları ile tanınmaktaydı.
12. Süleymanlı: Küpesi-Han yolu üzerinde, eski yol yakınındadır. Yedigözeler ve Cimin ile komşudur.
Üzümlü'nün bucak merkezi Tanyeri'dir. Demiryolu ve karayolu üzerindedir. Demirpınar, Avcılar ve Sarıkaya ile irtibatlıdır. Eski adı Tünsuğ veya Danzut'tur. Dede Korkud kitabında benzer isme rastlanmaktadır. Nahcivan'da, Şerur mıntıkasında Danzut adı ile bu yöre aynı kişi tarafından kurulmuştur. Torunu Nahcivan Devlet Üniversitesi Rektörü İsa Habibbeyli'dir. Dedesi ile ilgili olarak bana bilgi vermişti. Ruslar zamanında dedesi, sansa Boğazında yerleşmiş ve Nahcivandaki köyünün adını buraya taşımıştır. Bucak merkezi Ocakbaşı'dır. Ayrıca Selepür diye de bilinmektedir. Halil Tepesi buranın güney-doğusundadır. Savata Tepesi, Sultan, Kom, Kındılık Deresi, Çölik Komu, Beypınar gibi ilgi çeken isimler mevcuttur.
Avcılar: Sürperen-Ziyâret Tepe arasında köy. Eski adı Kiştim'dir.
Bağlar: Sansa Boğazı çıkışında, Karasu ırmağının kuzeyindedir. Musto Lazının Mezraası (Laz Mustafa Tarlası), Koru Deresi, Terzi Mezraası ile komşudur. Arnavut Mezraası ve Terzi Sırtı kuzey tarafındaki yükseltilerdir.
Bulanık: Cibice Deresi batısındadır. Ziyaret Tepesi'nin doğusunda Bulanık deresi akmaktadır. Hüseyin Ağa ve Karacalar gibi yerleşme yerleri vardır. Bulanık Deresi, Vank Sırtı ki Sırıhlı Manastır adını taşır. Bu harabenin kuzeyindeki 2540 rakımlı tepe de Bulanık Tepesi'dir.
Büyükköy: Üzümlü'nün Tercan-Çayırlı sınırındaki köyüdür. Mirpet Kayası ile Dağları eteğindedir. Bu kısımda Cibice Dağları kendisini iyice belli etmektedir.
Çamlıca: Cibice-Tercan tarihî yolu üzerinde bir köydür. Delav veya Dalav diye de söylenmektedir. Hanlar ve Cibice geçidi burada kendisini gösterir.
Çardaklı: Üzümlü-Tanyeri sınırındadır. Tuzcu Çukuru ile Pişki Dağı yakınındadır.
Çayıryazı: Çayır; ot, yazı anlamındadır. eski adı Zorun/Zurun'dur. Cibice Dağları eteğinde, aynı adı taşıyan tarihî yol boğaz içindedir. Mirpet ve Bulanık Tepe civârındadır. 1514'te hâlâ işler vaziyette Zorun Han'ı vardı ki Yavuz Sultan Selim ve ordusu buradan geçmiştir.
Derebük: Tanyeri-Pelitli arasında kalmaktadır. Eski adı Kolu Komu'dur. Kolu, Kulan kelimesinin bozulmasıdır. At ahırı anlamına gelmektedir. Kardal ve Zime tepeleri bu civârdadır. Araba yolu güneyindedir.
Esenyurd: Esen, esmek fiili ile ilgilidir. Yurd, yerleşilen alan demektir. Eski adı Şavşak veya Şevşek'tir. Mirpet ve Cibice Dağları eteğindedir. Doğusundan Mans/Çayırlı'ya giden yol bulunmaktadır.
Karacalar: Cibice Dağları eteğinde, aynı boğaza yakın köydür. Bulanık ve Hüseyin Ağa'ya yakındır. Kuzeyinde Sırıhlı Vank Manastırı harabesi vardır.
Otluk: Tanyeri ve Sarıkaya'nın kuzeyindedir. Badran/Bedran da denilmektedir.
Pelitli: Sansa Boğazı'nın kuzeyinde, eski adı Sülümür'dür. Pelit, o yörede yetişen ağaç türüdür. Sülümür ise Pülümür örneğindeki gibi Sülü-mür'den ibarettir. Sülü ise Süleyman'ın kısaltılmışıdır. Balikan ve Konak yerleşme yerleri ile irtibatı vardır. Güneyinde Bolu, Zonguldak, Antalya ve Bodrum'da örnekleri görülen Geriş Tepesi yer almaktadır.
Pınarlıkaya: Tuz Çukuru Tepesine yakındır. Eski adı Hinzori'dir.
Sarıkaya: Aynı ismi taşıyan dere kenarındadır. Eskiden Balaban Türkmenlerince iskân edilmişti. Yer yer ağaçlıklı tepelerin arasındadır. Tanyeri'nin doğusundadır.
Sansa: Karasu kenarında, tepede tarihî bir köydür. İsmin ne anlama geldiği açık bir şekilde bilinmemektedir. Erzincan'daki Haydarihâneye, bu zâviye vakfedilmişti. Kara ve demiryolunun kuzeyindeki köy, aynı zamanda meşhur boğazın da adı olmuştur. Sansa Deresi kenarındadır. Kulaksız, Beyaztaş, Uzuntaş, Kale Taşı, Gölegeze taşları, Ardıntaş, Cibo Komu, Gülokomu ile çevrilidir. Güneyde ise Milağacı, Kale Deresi, Karataş Sırtı ve Boz Toprak Sırtı göze çarpmaktadır.
Urartular (IX.-VII. Y.Y.)
Hititlerden sonra Doğu Anadolu'da göze çarpan siyâsi birlik Urartular'dır. Asrımızda, bu devlete ait araştırmalar sür'atle ilerlemiş, böylece tarihi hakkında yeni bilgiler elde edilebilmiştir. M.Ö. IX.-VII. Yüzyıllarda, Doğu Anadolu'ya hakim olan Urartular, 1827'de Schulz isimli araştırıcı tarafından Batı'ya tanıtıldı. "Nicedir unutulmuş ulus" böylece tanınmaya başladı. Fransızlar, İngilizler, Ruslar, Almanlar ve Türk tarihçileri, arkeologları Urartu'yu ve ulaştığı kültür ve medeniyet düzeyini ortaya çıkardılar. Eski Ahit'de hatalı olarak Ararat diye tanımlanan Urartular, Nairi ismiyle de Erzincan'da, Üzümlü yakınında Altın Tepe'de ikâmet etmekte idi. Altın Tepe, aşağıda da temas edileceği üzere, tesadüfen ortaya çıkarıldı. Afif Erzen, T. Tarhan, Veli Sevin, O. Belli ve Altan Çilingiroğlu'nun Van ve dolaylarındaki araştırmaları yanında, Urartu-Altın Tepe çalışmaları da zikre şayandır. Tahsin Özgüç, R. Çiner, K. Emre yanında Atatürk Üniversitesi elemanlarınca da Altıntepe araştırmaları devam ettirilmektedir.
Üzümlü'de İranlılar Dönemi: Medler-Persler-Sasaniler
Urartu ile Roma devresi arasında Üzümlü, İranlı üç büyük siyasi kuruluşun egemenliğindean style="mso-spacerun:yes"> kalmıştır. Bunlar Medler, Persler ve Sasaniler'dir. Zaman olarak M.Ö. VII. yy. ile M.S. VIII. Yüzyılı kapsamaktadır.
Medler, ilk İranlı hakim olarak Üzümlü'de göze çarpmışlardır. Ancak onların siyâsi etkinliklerinin bu bölümü karanlık kalmaktadır. Muhtemelen, Üzümlü, Medler'in Erzincan'daki yöneticisine bağlı idi. İlk olarak, Urartu sosyal hayatı yerine Medler'inki hakim olmaya başlamıştır.
Bu devrede, bütün Doğu Anadolu'yu etkisi altına alan, Kafkasları aşan Kimmerler ve onlardan sonra gelen İskitler'in de Üzümlü'de faaliyetleri bilinmektedir.
Medler'in yerini M.Ö. VI. Yüzyıla Ahamenidler veya Parslılar/Persler aldılar. İonialılar ve Grekler'e karşı yapılan seferlerde Üzümlü'de hareketli anlar geçirmiş olmalıdır. Satraplar'ın kumandası altında Üzümlülü askerlerin de bulunması imkân dahilindedir. Pers tanrılarının da Üzümlü'de Urartu tanrılarının yerini aldığı söylenebilir. Kyros'dan, III. Darius'a kadar Pers tanrısı Anahit'in de bölge ahâlisi arasında kutsal sayıldığı bilinmektedir. İskender'in bu imparatorluğa son vermesi ile Üzümlü'de de siyâsi dengeler değişti.
Persler'in devamı olarak göze çarpan Sasaniler de, zaman zaman Üzümlü'de etkili oldular. Roma'nın varisi Bizanslılar ile daha doğrusu Doğu Roma ile bölgede bir çok savaş meydana gelmiştir. Üzümlüler'in hafızasında kalan Sasani şahları Şapur, Behram, Yedeğerd, Balaş, Firû, Kavad, Husrev Anûşirevân ve III. Yezdegerd olmuştur.
Firûz (459-484) ve Kavad (488-531) Theodosiopolis/Erzurum'a kadar nüfuz etmişler ve Romalılar ile kıyasıya mücâdele sürdürmüşlerdir. Keza, Hüsrev Anûşirevân da Üzümlü'de, ülkenin her yerinde olduğu gibi "Âdil" unvanı ile iyi bir isim bırakmıştı. İranlılar yolu ile Türkmenlere geçen ve hâlâ kullanılmakta olan "Kavat" söyleyişi, Sasaniler'in şâhı Kavad'ın isminden kaynaklanmaktadır. Sasaniler zamanında, Erez, Derxen ve Theodosioplis de eski önemlerini korumuşlar ve ticâri nedenlerle gelişme göstermişlerdir.
Roma ve Bizans
Üzümlü, Anadolu'daki gelişmelere paralel olarak, siyâsi ve askeri hareketliliğin tesiri altında kalmıştır. Bu defa, merkezi Roma olan ve aynı devletin ismini taşıyan yeni siyâsi güç, doğu-batı dengelerinin değişmesinde rol oynadı. Romalı generaller ve devlet adamları, kısa zamanda Erzincan ve çevresinde Lâtin kültürünü ve hakimiyetini kabul ettiler. Erez, Erzng, Erznga, Acilisene gibi isimler Roma'nın idâri birimi içinde yer almıştır. Üzümlü'nün klasik zamandaki ismi "Tzumina" da bu sıralarda göze çarpmaya devam etmiştir. Romalılar, yerli tanrı tapınaklarını da kapatarak, kendilerininkini kabul ettirdiler. Böylece, Anahit de kılık değiştirmiş ve Artemis, Tzuminalılar'ın başlıca ibâdet tanrısı olmuştur. Erzincan'ın durumu karanlık kalıyorsa da, kuzeyde Satala/Sadak'ta, güçlü bir garnizon teşkil edilmiş ve bu sebeple de Tzumina, güvenlik çemberinde önemli bir yer tutmuştur.
Roma, 395'te ikiye ayrıldı. Doğu Roma'nın merkezi körfez sonundaki Nicomedia yâni İzmit idi. Eyâlet sistemi de korunmuş ve Tzumina, Erzincan ile birlikte Armenia Prima 'da kalmıştır. Kafkaslar'dan ve İran'dan batıya yönelik seferlerin uğrak merkezi de tabii Erzincan, dolayısıyle Üzümlü olmuştur. Hun Türkleri'nin Anadolu içlerine Kursık ve Basık kumandasındaki akınlarında Erzincan ve Üzümlü ilk defa, belki uzun zaman sonra yeni Türk fetihlerle tanışma fırsatını bulmuştur.
İran'da, Medler'in, Persler'in büyük şahlıklarının mirasını alan Sasan, kendi adı ile anılan Sasanoğulları'nı kurdu. Onların da batıda Anadolu'da genişleme yolları üzerinde Erzurum ve Erzincan düzlükleri bulunuyordu.
Kuzey ve doğu yayılışlarını durdurmak için Doğu Romalılar, bölgede bazı düzenlemelere mecbur kaldılar. Karin Ovasında IV. yy dan V. Yüzyıla kadar bazı askeri önlemler aldılar. Yeni şehir ve kaleler meydana getirdiler. Karasu'nun kaynaklarına yakın olan yeni kentin adı Theodosiopolis oldu. Böylece bir imparator adı ile şereflenen ilk şehir Erzurum olmuştur.
Romalılar, Sebastia-Koloneia, Erez/Acilisene ve Theodosiopolis çizgisinde bazı küçük savunma hatları da meydana getirmişlerdir.
Sansa Boğazı'nın çıkışındaki Vican/Bizana, özellikle Sasani Savaşlarında hayli önem kazanmıştır. Keza, Tzumina ve çevresinde de bazı düzenlemeler göze çarpmaktadır. Justinianus, Vican yanındaki savunma hatlarının devamı olarak, Üzümlü'yü de tahkim ettirdi ve Tzumina yanında kendi adı ile anılan Justinianopolis'i inşâ ettirdi. Ancak, bu yeni şehir hakkında bilgiler son derece kısıtlıdır.
Sasani-Roma mücâdelesinde bir başka husûs da dikkati çekmektedir. Bu da İran dininin yerini Üzümlü'de Hıristiyanlığın almasıdır. Muhtelif zamanlarda meydana gelen yer sarsıntıları ile toprağa karışmış ve tesadüfen bulunan temellerin büyüklüğü, kiliseler hakkında bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Thil, Erez, Tchermes, Khakh gibi büyük yapılardan, Ermeni tarihçileri Daronlu Asolik, İonnis Mamagonien, Khorenli Moses ve Thomas Ardzouni'deki kısa bilgiler mimarî yapılar hakkında oldukça önemlidir.
Tzumina/Üzümlü, tarım alanında da kendisinden söz ettirmiştir. Gayet katı ve siyâh, tatlı ve nefis şarap yapımında kullanılan üzümleri ile Erzincan yöresinde dikkatleri üzerinde toplamıştır. 612 tarihi, Justinianopolis veya Tzumina için de önem kazanmıştır. Çünkü Roma'daki Lâtinleşme süreci sona ermiş ve Herakleios, VII. yy başlarında Konstantinopolis'de ve ülkede Grekleşmeyi başlatmıştır.
Doğu'daki Sasani harpleri Roma'dan Bizans'a dönüşen yeni imparatorluğu hayli meşgûl etmiştir. Ancak, Bizanslılar, bölgede Sasani istilâlarını durduramamışlar, karşı seferlerde ise Trabzon-Erzurum yolunu kullandıkları için Tzumina, rahat bir devir geçirmiştir.
Yerli ahâli, Bizanslılar ve göçmen olarak yörede iskân edilmiş Ermeniler, VII. yy ortalarına doğru yeni bir tehlike ile karşılaştılar. Sasanilerin yavaş yavaş doğudaki yerini almaya başlayan Müslümanlar, kısa zaman sonra bölgede görüldüler.
Üzümlü'nün Halifeler-Emeviler ve Abbasiler Devri (VII.-X. Y.Y.)
Üzümlü, daha önceleri İran dinlerinin ve sonra da IV. Yüzyılda Hıristiyanlığın etkisinde kaldı. Bizanslılar zamanında, yerli ahâlisinin de katılımı ile yeni dinin tapınakları inşâ ettirildi ve bunlara Hz. İsa'nın, annesi Hz. Meryem'in ve diğer mahalli azizlerin ismi verilmiştir.
Üzümlü, VII. Yüzyılda yeni bir kitabî din ile müşerref oldu. Bu, Arabistan'da, Mekke ve Medine'de ortaya çıkan ve Hz. Muhammed tarafından insanlara tebliğ edilen İslâmiyet idi. İslâmiyet hem din ve hem de siyâsi kuruluş olarak hızla yayılmaya başladı. Fırat Nehri boylarında Malatya ve Erzincan'a doğru yayılış ise Halifeler döneminde, el-Fihrî kabilesinin önde gelen şahsiyetlerinden olan Habib b. Mesleme, 662'de Armenia / Ermeniyye bölgesinde ölmüştür.
İyaz b. Ğanm da el-Fihrîlerdendir. Hudeybiye öncesi müslüman olmuştur. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katılmıştır. Hz. Ömer zamanında el-Cezire beldelerinin fetihlerinde bulunmuştur. 641 yılından az önce, Kemah yöresinde görünmüş ve bu sırada da Üzümlü ilk defa İslâm ordularının tehdidine maruz kalmıştır.
Emeviler ve Abbasîler devrinde Üzümlü, Bizans hakimiyetinde göze çarpmaz. Şam veya Bağdat'tan gönderilen vâlilerin emrinde yaşamıştır. Bizanslılar ise elden çıkan bu toprakları almaya çalışmışlar ve Üzümlü' de arasıra el değiştirmiştir.
678'de, Umayr b. el-Hubâb el-Sülemî, Kemah dolaylarına kadar sefer yapmış ve Üzümlü de bu harekâttan etkilenmiştir.
Emevîler zamanında, ticâri alanda Üzümlü'nun de rol oynadığı bazı arkeolojik keşiflerden anlaşılmaktadır. Altıntepe'yi bilim dünyasına tanıtan Prof. Dr. Tahsin Özgüç, Ortaçağ katları içinde paralara tesadüf etmiştir. O bu husûsta, "1961 yılı Altıntepe kazılarında, satıhtan 40-50 cm derilikte bir deri kese içinde 474'ü gümüş, 13'ü altın olmak üzere 487 adet Emevî dinarı ve dirheminden oluşan bir define keşfettik. Kese gün ışığına çıkar çıkmaz dağılmış, korunması mümkün olmamıştır. Kese, I ve II Urartu yapı katlarını örten toprağa gömülmüştür. Sitadelin (iç kale) kesenin bulunduğu bu kesimi ortaçağda meydan-avlu olarak kullanılmıştır. Buna göre definenin kesesi içinde avluya, toprağa gömüldüğü anlaşılmaktadır." diye bilgi vermektedir. Yine yazarın ifâdesine göre bu buluntular, "Ankara, Anadolu Medeniyetleri Müzesinin ilk zengin Emevî sikke koleksiyonunu oluşturmuştur."
Ele geçen paralar, Abd el-Melik b. Mervan (684-705), I. el-Velid b. Abd el-Melik (714-717) Ömer b. Abd el-Aziz (717-719), II. Yezid b. Abd el-Melik (720-724) ve Hişam b. Abd el-Melik (723-742)'e aittir. Paraların kesildiği yerler arasında Erzincan veya Kemah göze çarpmaktadır.
Böylece, Üzümlü'de, Emevî paralarının kullanıldığı anlaşılmaktadır. Besmele, Allah'ın tek oluşu, kesildiği yer gibi husûslar da paralarda belirtilmiştir.
Üzümlü, 750/1'de, Bizans tehlikesi altında idi. Zira, İmparator Konstantinos, doğuya düzenlediği seferde Kemah önlerine kadar gelmişti. Keza, Abbasî halifesi el-Mansur, Kafkaslar'dan bölgeye yayılan Hazar Türkleri'ne karşı da bazı tedbirler aldırmıştı. Abbasiler'in zamanında Malitene, Kemah/Kamaha, Derxen, Kalikala gibi merkezler Üzümlü çevresinde tarih eserlerine geçen şehir veya kalelerdi.
I.Basileios ise doğudaki İslâm hakimiyetine son vermiş ve Üzümlü'yü tekrar Bizans hakimiyetine sokmuştur ki bu tarihlerde Gürcüler ve Ermeniler de Üzümlü civârında etkilerini göstermeye başlamışlardı.
İslâm devletleri döneminde, Üzümlü'de hayat bilindiği gibi sakin geçmiştir. Ticarî ilişkilere yer verilmiş ve âliye birlikte yaşama imkânı verilmiştir ki Ermeniler ve Bizanslı tebâa da bundan serbestçe faydalanmıştır.
İlk Türk Hakimiyeti: Mengücük Oğulları (1072-1228)
1071 öncesinde, Anadolu'ya akınlar doğudan, Oğuzlar ve Selçuklular aracılığı ile gerçekleştirildi. 1045/6 yer sarsıntısının izleri henüz silinmemiş iken Türk akıncıları Erzurum, Bayburt ve Erzincan'da görülmüşlerdi. Böylece, Tzumina/Cimin ilk defa Türkleri yakından tanımış oldu. O sıralarda, yönetim Bizanslıların elinde idi. Ahâli olarak ötede beride, tabii Tzumina'da da Ermeniler de göze çarpıyordu. İbrahim Yinal'dan sonra Tuğrul Bey'in atlıları Karasu'dan geçtiler. Zengin Erzincan ovasına doğru yürüdüler. Bu bilgiler, Erzurum kökenli tarihçi Aristakes Lasdiverd'e aittir.
Selçukluların büyük sultanlarından biri olan Alp Arslan 1064'de, Anion Themasında, Vaspurakan (Van) ve Kuzey-Doğu Anadolu'daki İberia/Gürcistan'da göze çarptı. Ani ve Kars, kesin olarak Türk idâresine girdi.
Aradan yıllar geçti. Bu defa Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, çok kalabalık bir ordu ile Erzincan'ın kuzeyinden Theodosiopolis yâni Erzurum'a geldi. Sınırlara asker gönderdi. Ama asıl orduyu Selçuklular üzerine Van Gölü taraflarına sevk etti. 26 Ağustos 1071'de Selçuklular ile savaşan Bizans İmparatoru bu savaşta yenildi. Yaralı bir hâlde esir düştü. Alp Arslan Türklüğün ne demek olduğunu, onu karşısına alarak, konuşması ve sonra da bağışlaması ile gösterdi. Yanına, barış sonrası, bir Selçuklu kuvveti verilerek, önce Theodosiopolis'e, oradan da Koloneia'ya gönderildi.
1071'de, Bizans'ın doğudaki iddiası ve hakimiyeti artık sona ermiştir.
Alp Arslan ülkesine döndüğünde Bizans karmaşa içinde idi. Yeni imparator, Romanos Diogenes'in barışını kabul etmedi. İç kavgalar birbirini kovaladı. Sonuç olarak, doğuda her yer başsız kaldı. Artık yukarı Fırat boyları, yeni akınlara açıktı. Gâziler, yeni toprakları ele geçirmek için harekete geçtiler. Alp Arslan'ın yerine geçen Melikşâh, Doğu Anadolu'daki yeni ilhaklar dolayısıyle, buraları saygı duyduğu, baba dostu değerli beylere verdi. İşte böylece, Mengücük/mengücik/Mengücek Oğulları ortaya çıktı. Ne yazık ki bu beyliğin kurucusu ve ailesi hakkında bilgiler çok azdır. Çağdaş olmayan kaynaklara göre, bu arada Reşid ed-Dîn'in meşhur dünya tarihinde de temas ettiği gibi, Erzurum'da Emir Saltuk, Erzincan'da da Emir Mengücük hakim olmuştu. Merkezi Erzincan'dı. Kemah ve Divriği kolları da mevcuttu.
Erzincan ve Tzumina'nın ilk tâbi olduğu bey de budur. Yâni Mengücük oğlu Ahmed Gâzi. O ve halefleri el-gâzi, eş-şehid, Alp, Kutluğ, Toğrıl, Tiğin, Humâyun, gazilerin koruyucusu, İslâm sınırlarının muhafızı, fakir ve zayıfların sığınağı Şam, Rum, Ermen ülkelerinin pehlivanı, Milletlerin parıltısı, Dinin yıldızı gibi yükseltici sıfatlara sahip olmuşlardır.
Beylik, 1080 göç dalgası ile daha da güçlenmiştir. Tzumina diye anılan Üzümlü, bu saltanat devresinde Cimin adını almıştır. I. Davûd Şâh (1142-1162), Fahreddîn Behramşâh (1162-1225) ve Alâeddin II. Davûd Şâh (1225-1228) tarafından yönetilen beylik, diğerleri gibi kültür ve medeniyet alanında hamleler yapmıştır. Erzincan, Kemah ve Divriği'nde ilk islâmî Türk mimârisi hakim olmuştur. Üzümlü'de, Mengücük devri eserleri var mıdır? Zamanımıza kadar ulaşan herhangi bir eser yoktur. Ama, Hıristiyan ve Türk Tebâa kardeşçe bir arada yaşamışlardır. Bizans'ın ezici siyâsetinin yerini insani değerler almıştır. İbn Bîbî, Üzümlü'yü de ilgilendirdiğini tahmin ettiğimiz kaydında Mengücüklüleri onların bir yöneticisini şu sözlerle övmektedir: "Melik Fahreddîn Behramşâh: Nefsinin olgunluğu, tabiatının iyiliği, huyunun güzelliği, hizmetinin yüceliği, aklının yetkinliği, adâletin enginliği, şefkâtinin fazlalığı, konuşmasının açıklığı, ahlâkının güzelliği ve merhametinin fazlalığı ile tanınmıştır... Padişahlığı esnasında, onun hazinesinden ve mutfağından düğün evine yiyecek ve eşya gitmeden, kendisi düğün evine teşrif etmeden ve dâmâda saltanat camehâsından elbise, geline, hareminden gelinlik gelmeden hiç bir düğün ve tören yapılmazdı... Dağlarda ve ovalarda yoğun kar yağdığı, karın her yerde otların ve yiyeceklerin üzerini örttüğü zaman, arabalarla dağların ve ovaların kuytu yerlerine bol miktarda ot ve hubûbat taşıttırırdı. Bu sayede ağaçlardan ve otlardan yararlanamayan vahşi hayvanlar ve kuşlar o yiyeceklerden yerler, zayıflık ve hâlsizliğe marûz kalmazlardı..."
Üzümlü, bir çok tarihî hadiseye şâhit veya sahne olmuş ise de zamanımıza kadar gelen bilgiler mevcut değildir. Rükneddîn Süleymanşâh ve Alâeddîn Keykûbad'ın Erzincan'ı ziyâretleri, ahâlide unutulmaz hatıralar yaşatmış olmalıdır.
Mengücük Beyliği, 1228'de Alâeddîn II. Davudşâh ile son bulmuştur. Üzümlü bundan sonra Selçuklu hakimiyetinde yaşamaya devam edecektir.
Moğollar (XIII. Y.Y.)
XIII. Y.Y. ortalarına doğru Üzümlü hayli hareketli hâdiselere şahit olmuştur. Harezmliler, 1230'da, Yassı Çimen Yaylağında, Selçuklu-Eyyubi ordusuna karşı, meydan savaşı yaptılar. Celâleddîn Harezm Şah, Alâeddîn Keykubad karşısında varlık gösteremedi ve yenildi. Harezm kuvvetleri firar ile yöreden uzaklaştılar. Bir rivâyete göre de çevreye ve Munzur Dağlarına sığındılar.
Üzümlü, az sonra büyük Selçuklu Sultanı ile Eyyûbi melikini selâmladı. Doğudaki, Erzurum Selçukluları da ortadan kaldırılınca, Üzümlü, Erzincan da Selçuklulara bağlı iç bölge hâline geldi.
XIII. Yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru, Moğol tehlikesi baş gösterdi. Onların önünden kaçan kabileler, Kayılar da dahil Üzümlü civarından geçtiler. Üzümlü son zamanlara kadar bu kadar yoğun göçlere pek sahne olmamıştı.
Moğollar ile Cengiz ve sonra Ögedey'in ismi duyulmaya başlandı. Erzurum, Baycu Noyan tarafından ele geçirildi ve tahrip edildi. Bu haber, Selçuklu dünyasını şoka sokarken, Erzincan ve Üzümlü'de de tedirginlik havasını yarattı.
İbn Bîbî, Erzurum sonrası, Erzincan üzerine Moğol akınını şu şekilde yazar: "Yardım birliklerinin gelmesi gecikince, Muzaffer ed-Dîn oğlu Nizâm ed-Dîn Suhrab ve Visak Başı (odacıbaşısı) Garib bir gün Bargâh'da bağırarak, Tüccar ve pazar esnafı gibi Sivas'ta oturuyoruz. Biz burada vakit geçirirken, Erzincan ve oraya bağlı yerlerin halkı Üzümlü de dahil Moğol ordusunun öldürücü kılıcına yem olmaktadır."
Gerçekten de, Erzurum yağmasından bir müddet sonra, Moğollar, Seçuklulara karşı kesin darbeyi indirmek için yeni bir sefere çıktılar (1242-1243). Baycu Noyan emrindeki kalabalık Moğol ordusu, her yeri yakıp-yıkarak, Erzincan Ovasına girdi. Üzümlü de bu tehlikenin Erzincan'dan önceki uğrak noktası idi. Selçuklu Sultanı Gıyaseddîn Keyhusrev, Köse Dağ yenilgisini Baycu Noyan karşısında aldı. Türkler Anadolu içlerine kaçtılar. Baycu Noyan sefer dönüşü tekrar Erzincan'a geldi. Şehir-kale önünde karargâh kurdu. Üzümlülerin merkezin kuşatılması karşısında panik içinde olduğu görüldü. Baycu Noyan, Erzincan'ın ileri gelenlerinden altın vs. istedi. Şehirden bir cevap gelmedi. Moğollar kızdılar ve yanlarındaki mancınıkları kaleye, şehre çevirdiler. Şiddetle surları dövmeye başladılar. Az sonra da surlar tahrip oldu ve Moğollar şehre girdiler. Erzincan'da esaslı bir kırım ve yağma yaptılar. Ahâli, Moğol kılıçları altında ölüme terk edildi. Üzümlü de Erzincan yağmasından etkilenen yerler arasında idi.
Moğollar, Gıyaseddîn Keyhusrev'in barış isteğini daha sonra kabul ettiler. Selçuklular, Erzincan'daki katliam ve harabiyetin izlerini silmeye çalıştılar. Erzincan gibi Üzümlü de, güya Selçuklu himâyesinde idi. Ama Moğollar da onların üzerinde mutlak egemendiler.
Ögedey'den sonra da işbaşına geçen Kaanlar, onların emrindeki Noyanlar, Erzincan ve çevresinde kendi istediklerini yaptırdılar. Tabii zaman zaman meydana gelen depremler de Üzümlü'de unutulmaz yaralar açmıştır. Marco Polo ve W. Rubruck da Moğol döneminde Erzincan'dan, Üzümlü yakınlarından geçerek, doğuya seyâhat etmişlerdir.
İlhanlılar ve Halefleri Zamanında Üzümlü (XIV.Y.Y.- XV.Y.Y.)
Moğolların halefi İlhanlılar idi. Bir ara İran'da Sultaniye'yi, sonra da Tebriz'i başkent olarak kullandılar. 1256-1353 tarihleri arasında hüküm süren bu devlet zamanında, Erzincan'a ait bilgiler vardır. Bağdat gibi büyük bir merkezi tahrip eden ve İkinci Cengiz olarak hafızalardan silinmeyen Hülagü'nün Selçuklular ile olan ilişkileri Erzincan açısından da önemlidir. Zira, Rükneddîn, bu sıralarda Erzincan'a gelmiş ve bir müddet burada ikâmet etmiştir. İbn Bîbî'nin yazdığına göre, Erzincan yöresinde büyük bir kıtlık ve az sonra da açlık bölgeyi tehdit etmişti. Tabii ki Üzümlü de aynı rüzgârın etkisinde kalmıştır. Alıncak ve Kadağan Noyanlar, 10. 000 kişilik kuvvet ile Üzümlü ve Erzincan'da göründüler. Şıhlı, mertekli, Pişki Dağı, Kadağan-ı Sagir ve Kadağan-ı Kebir (Büyük-Küçük Kadağan), Mığısı, Çulhasa gibi Karasu'nun sel sularının meydana getirdiği bataklıklar, ayrıca Ekşisu yakınındaki Horhor, Cimin, Piteriç, Karakilise ve Süleymanlı köyü (Çermik Suyu ve Norgâh da dahil) İlhanlılar'ın arazi paylaşımında Kadağan'a katılmıştı. Sansa Boğazı'nın ağzındaki Kadağan, daha evvel temas edildiği gibi "Kadak" ismi ile ilgilidir. Muhtelif kaynaklarda, Kadaan, Kadağaç, Kadakan, Kadakay, Kadağan şekilleri de mevcûttur.
İlhanlılar'ın büyük sultanlarından Ebû Said Bahadur Han da Üzümlü ve Erzincan'a önem vermiştir. Karasu'nun karşı/güneyindeki Mercan Çayı üzerinde arklar yapılmış ve sulamaya sunulmuştur. Reşid ed-Dîn gibi büyük devlet adamı da Erzincan'da vakıflar meydana getirmiş ise de bunun sadece Erzincan'a tahsis edildiği anlaşılmaktadır. Ebû Said Bahadur Han, ayrıca ulaşıma da önem vermekte idi. Tebriz-Sivas anayolu, o zamanki deyimi ile Şahrâh-ı Garbi: Batı ana yolu da Üzümlü civârından geçirilmiştir. Güzergâh, Tebriz, Erzincan arasında şu merkezlerden geçiyordu: Tebriz-Hoy-Sökmen-Âbâd-Erciş-Hınıs-Köprü Köy-Hasankale-Erzurum-Mama Hatun-Cibice Geçidi ile yeri meçhul hanlar ve Üzümlü güneyi...
İlhanlılar'ın halefi Celâyirliler idi. Erzincan Emirliği de onlardan sonra Üzümlü'ye sahip olmuştur. 1335-1410 arasında, Ahi Ayna Bey ve Pir Hüseyin Üzümlü'ye de hükümran olmuşlardı. Pir Hüseyin Erzincan'daki ikiliği önlemeye çalıştı. Üzümlü'nün bu karışıklık zamanındaki durumu da yine karanlıktır. Ancak merkeze yakınlığı nedeni ile Pir Hüseyin'e boyun eğdiği tahmin edilebilir.
Mutahharten, 1379'dan sonra Erzincan emîri olarak göze çarpmaktadır. O ve halefleri 1410 yılına kadar yöreye, Üzümlü'ye hakim olmuşlardır. Osmanlı adı da bu emir zamanında Üzümlülerce duyulmaya başlanmıştır. Yıldırım Bayezid'in çok yakınlara kadar sokulduğu da bilinmektedir. Kadı Burhan ed-Dîn ve Eretna'lılar da Erzincan ve Üzümlü'ye ara sıra hakim olabildiler. Timur/Temürleng'in Erzincan'dan geçişlerinde, Üzümlüler de bu dünya fatihini, yakından görmüşlerdir. Zamanımıza ulaşan bir belgede:
Sultan Mahmud Yarlığı
Emir Temür
Küregen
durube Erzincan 842
ifâdesi göze çarpmaktadır. Yarlık, Temür 'e (o˚o) Küregen ilgi çekicidir. Yarlık, devlet ile ilgili bir kullanıştır. Temür dünya fatihi olmasına rağmen, Cengiz ailesine duyduğu saygıdan dolayı "emir" sıfatını kullanmıştır. (o˚o) işareti ise Semerkand ve Doğu Anadolu'da tamir edilen kalelerde de göze çarpmaktadır. Erzincan'da kesilen parada da bu şeklin kullanılması, tarihimiz açısından önemlidir. Üzümlüler de bu parayı kullanmışlar ve Temür'ün tebaası olmanın zevkini yaşamışlardır. Hatalı okunan ve aslı küregen olan kelime damad anlamına gelmektedir. Böylece, Temürleng, Cengiz âilesi ile akrabalığını vurgulamıştır. Bilindiği gibi küregen, daha sonraları Hindistan'da, Baburlular'ın devlet adı olarak kullanılmıştır. Temürleng sonrası Mutahharten âilesi Üzümlü'deki varlıklarını kaybetmeye başladılar. Semerkant'a elçilik ile gönderilen heyetteki İspanyol Elçisi Ruj Gonzales de Clavijo da, 1404'te, Üzümlü ve Sansa-Cibice Boğazından geçerek Pekeriç'e, Erzurum'a seyâhat etmiştir. Üzümlüler'in Eretna ve Kadı Burhan ed-Dîn'in Salurlar ile ne gibi ilişkileri olmuştur, bu da belirsizdir. Ancak, Eretnalılar'ın veya bunlara bağlı bir grubun Karasu güneyinde, Üzümlü karşısında, Munzur eteğindeki Eretne'de (şimdi köy) sakin oldukları anlaşılmaktadır.
Üzümlü'den Geçen Batı Anayolu
XIV. Yüzyıl sonlarına, İlhanlı Devleti, Ebû Sa'id Bahadır Han devrinde bir çok yeniliklere sahne oldu. Mengücüklüler, Selçuklular ve mahâlli idârecilerin pek önem vermedikleri yol konusu, bu defa İlhanlı hükümdarınca ele alındı. Hamdullah müstevfî'nin de işaret ettiği gibi, Türkistan'dan batıya uzanan yollar Sultaniye ve Tebriz'den geçmekte idi. Farsca, Şahrah-ı Gârbi / batı anayolu Hoy, Erciş, Hasankale, Erzurum, ve Tercan üzerinden Erzincan'a, muhtemelen Cibice Geçidini aşarak, bağlanmakta idi.
Erzurum-Erzincan arası kervancılar için 24 konak idi. Ascah (?) ve Vasircan (?) dan sonra Şâhrâh-ı Garbi, Erzincan ve şimdiki Üzümlü arâzisine girmekte idi. "Geçid eteğindeki Khuman Qubuh Erzincan'a dört merhâle idi. Burada bahsedilen Khuman Qubuh, Sansa veya Cibice geçidinde bir konak yeri olarak karşımıza çıkmakta ise de yeri meçhul kalmaktadır. Osmanlı devrinde ise Zorun Hanlarından bahsedilmektedir. Belki de bu Khuman Qubuh, o civarda bir yerdi.
Şâhrâh-ı Garbi, uzun zaman kervancılar tarafından kullanılmıştır. Tabii ki her yerdeki gibi Üzümlü'ye âit alanda da koruma tedbirleri vardı ve kervancılar, Erzincan öncesi son hazırlıklarını burada yapıyorlardı.
F.B. Pegolotti'nin Ghılkara'sı
Francesso Balducci Pegolotti, XIV.yy gezginlerindendir. Bu yüzyılın ticâret hayatını ve gezilerini "Pazarlama İşi"nde anlatmıştır. Varlıklı ve tanınmış İtalyan tüccâr ailesi yanında çalışıyordu. 1335-1340 tarihleri arasında Erzincan yöresinde bulunmuş, çok kısa notlarında, önemli bilgi vermiştir. " Gavezera Sulla Montagna " ifâdesi ile Sansa-Cibice'yi sınırlayan yüksek dağlar arasındaki kervansaraya işâret etmektedir. A. Evans, F.B. Pegolotti'nin bahsettiği yerin Sarıkaya veya Ghilkara olduğu düşüncesindedir.
Osmanlı kaynaklarında geçen ve Zorun Hanı diye işâret edilen yer veya yakınında olması gerekmektedir. Ayrıca, F. B. Pegolotti'nin geçtiği sıralarda, Şâhrâh-ı Gârbi de işlerlik kazanmıştı. O, muhtemelen bu koruma altındaki ticâret yolunu tercih etmiş olmalıdır.
Ruj Gonzales De Clavijo (1404)
Üzümlü ve çevresinde sükûnet sağlanmış durumdadır. Temürlü düzenine bağlı bir vâli Erzincan'da oturmakta ve atasından kalan beyliği yönetmeye devam etmektedir. 1404'de, Mayıs ayının ilk haftasında, Temür'ün İspanya'ya gönderdiği elçinin de yanında bulunduğu diğer bir heyet de Erzincan'a gelmiştir. Ruj Gonzales de Clavijo, elçilik içinde yer almakta ve günü gününe enteresan notlar tutmaktadır. Gezgin, zamanın hâdiselerine de temas ettikten sonra Erzincan'ı da tasvir etmiştir. Üzümlü'nün de yer aldığı ova, buğday tarlaları ve üzüm bağları ile doludur. Clavijo, kasabanın güneyindeki Euphreates yâni Fırat/Karasu'yu da görmüş, "bu nehir, herkesin bildiği gibi cennetten kaynayan Fırat Nehridir." diye bahsetmiştir.
5 Mayıs 1404'te, Erzincan'dan ayrılan Clavijo, muhtemelen İlhanlılardan kalma Şâhrâh-ı Garbiyi kullanmış ve Sansa boğazına girmiştir. "Yolumuzdaki yüksek dağlardan geçtik. Dağların hepsi çıplak. O gün de kar yağdı. Hava çok soğuktu." demekte, sonra Şah-Bağ ismindeki köye ulaşmaktadır.
Clavijo, Temür ile Semerkant'ta görüştü. Onun ölümüne şahit oldu. Sonra, izin alarak yurduna, İspanya'ya dönmek istedi. Plânlanmış yol, yine Tercan, Üzümlü ve Erzincan idi. Ancak, Temür'ün ölümünü fırsat bilen Karakoyunlular, Erzincan ve civârında harekete geçmişlerdi. O yüzden, Clavijo, Eleşkirt ve Ani'den Erzurum'un kuzeyinden geçecekti.
Koyunlular
Erzincan ve Üzümlü, Koyunlu Türklerinden Kara ve Ak olanların hâkimiyetinde (1380-1468) ve (1378-1508) tarihleri arasında yaşamıştır.
Kara Koyunlular, çeşitli kabilelerin bir araya gelerek birlik teşkil etmesinden meydana gelmişti. Üzümlü'nün tâbi olduğu hükümdarları ise Kara Muhammed Durmuş, Kara Yusuf, İskender, Cihânşâh ve Hasan Ali'dir. 1468 tarihinde yıkılan Karakoyunlular, Ermeni kolofonlarından ve bazı tarihlerden anlaşıldığına göre bölgede bir çok siyâsi hâdiselere karışmışlardı. Ancak, Üzümlü'yü ilgilendiren olay yoktur. Daha çok Erzincan'da yerli ahâli, Karakoyunlu ilişkileri göze çarpmaktadır. Bu devlete, yine "koyunlu" adını taşıyan Akkoyunlular son vermişlerdir.
Akkoyunlular, (1378-1502) de, Erzincan yöresinde göze çarptılar. Onlar da büyük bir devlet teşkil etmişler, önce Karakoyunluların ciddi rakibi olmuşlardır. Kara Yülük Osman, Cihângir, Uzun Hasan, Halil, Yakub, Baysungur, Rüstem, Ahmed Göde ve Elvend gibi sultanlarca yönetilmişlerdir.
Uzun Hasan, Hasan-ı Dırâz, Hasan-ı Tavil, Hasan Beg diye belgelere geçmiştir. Onun zamanında Osmanlılar, Akkoyunluları Üzümlü'nün kuzeyinde, tam arkasındaki Esence Dağlarının eteğindeki Başkend/Başköy de mağlup etmiş ve meşhur Otlukbeli Meydan Savaşı ile Akkoyunluların bölgedeki nüfûzu iyice kırılmıştır. Üzümlüler, Osmanlı hâkimiyetine geçişte de, Hasan Padişâh Kanûnlarına tâbi olmuşlar, yeni yasaya geçişi de yaşamışlardır. Tihrâni'nin yazdığına göre de, Hasan Beg zamanında, iklim şartlarında epey değişiklik görülmüştü. Kış çok sert geçmiş, epeyce kar yağmış ve Üzümlü'nün de çevre ile bağlantısını kesmişti. Güneydeki Karasu da soğuktan donmuş, ağaçlar da bu nedenle kurumuştur. Yazarın ifâdesine göre, güneş, gökyüzünde asılı, ısı vermeyen kandile benziyordu. Akkoyunlular, 1502'de Şâh İsmail tarafından ortadan kaldırıldılar. Üzümlü'de şu anda mevcut olmamasına rağmen, koç heykelleri de Koyunlu Türklerinin hatırasıdır. Halkın Akkoyun Baba dediği mescid de muhtemelen Akkoyunlu devrine âittir. Zamanla harabe hâle gelmiş ve vâli Ali Kemali Bey tarafından onartılmıştır.
Akkoyunlular'ın son devresinde, II. Bayezid zamanında, ileri gelenler arasında Ferrûhşad Bey de bilinmektedir. Yavuz Sultan Selim İran Seferine çıktığında, onu hizmetine almıştır. Bayburt, Erzincan, Pulur ve Sinor gibi, Üzümlü de onun vakıfları arasında bulunuyordu. Vakfiye'de Üzümlü'den "Erzincan kazasında... Cimin Karyesi (köyü) sınırında; şimâli Kertah..." diye bahsedilmektedir.
Şâh İsmail Devri
Akkoyunlu Devleti'ne 1502'de Şâh İsmail son vermiştir. İran'da ve Azerbaycan'da hakimiyeti ele geçiren Şâh İsmail, devrin tarihçilerinin yazdığı gibi, Akkoyunlulara çok zalimâne davranmıştır. Onun emri ile Erzurum ve Erzincan, Bayburt yöresi harabeye çevrilmiştir. Kendisinin tâyin ettiği vâliler, Tercan ve Erzincan'da yönetimi devam ettirmişlerdir. Bunlar, surhser/kızılbaş diye tanımlanan Nur Ali Halife'ye bağlı kalmıştır. İbn Kemal'in ifâdesine göre Şâh İsmail, yöre ahâlisine de şiddet kullanmıştır. O bu hususta şunları yazmaktadır: "Kara Yülük boyunun ve Hasan Han soyunun ufağından ve irisinden, ölüsünden ve dirisinden gezdüğü yere arıtdı. İlde ve boyda, şehirde ve köyde teftiş ü tefahhus (inceden inceye araştırma) itti. Her nirede Akkoyunlu'ya mensub ol sürüden mahsub kişi buldı ise öldürüp, kanın yire kardıydı."
Üzümlü, İbn Kemal'in de belirttiği gibi "il" ve "köy" kısmında yer almakta idi.1502'de, "Türkmanun devranı âhir oldu. Ol-mülkün bedeninde Kızılbaş zâhir oldu."
İran kaynakları da bu değişmeleri doğrulamaktadır. Şâh İsmail Elvend meselesini hâllettikten sonra Kağızman, Pasin , Erzurum yolu ile Erzincan'a gelmiş, burada kendisine hayli taraftar toplamıştı. Bir söyleyişe göre, Üzümlü yanında, Erzincan'da, "baş ile gövde birleşmişti." Şâh İsmail, Temmuz-Ağustos 1501'de, Koyun yılında 7000 kişi ile, Erzincan'dan, Üzümlü yanından geçerek, İran'a dönmüştü.
Osmanlılar bölümünde de temas edileceği üzere, Şâh İsmail'in yöredeki faaliyetleri, Trabzon'daki şehzâde Selim tarafından izlenmekte idi. Yavuz, sultan olduktan sonra, 1514'de, Şâh İsmail üzerine yürümüş, aynı yıl Erzincan'a gelmiş, Ferruhşad Bey'i onların üzerine göndermişti. Üzümlü'nün geçitlerini kullanan Akkoyunlu Bey'i, Otlukbeli civarında Zelhe'de, Şah İsmail'in Tercan vâlisini ağır bir yenilgiye uğratacaktır.
Üzümlü'de Osmanlı Dönemi (1514-1916)
Üzümlü bugünkü konumunu, Osmanlılar zamanında elde etmiştir. İlk devir Osmanlı kaynaklarının yazdıklarına göre Kayılar, Sürmeli Pasinler, Erzurum ve Erzincan'da konaklamışlardı. Ertuğrul Gâzi tarihî yürüyüşünü, Erzincan'dan batıya devam ettirmiştir. O zaman Cimin adını taşıyan Üzümlü'nün Kayılarla ilişkisi var mı idi? Bu karanlıktır. Ama, Karasu / Fırat boylarında konakladıkları bellidir.
Erzincan hakimi Mutahharten zamanında, Bayezid, Osmanlı Beyi olarak Erzincan'a kadar gelmiş ve etrafa korku salmıştır. Cihângir Timurleng, Erzincan meselesi nedeni ile Yıldırım'a mektuplar yazdığı da bilinmektedir. 1402 hezimetinden sonra, Osmanlı nüfuzu epeyce zaman bölgeden uzak kalmıştır.
Trabzon seferine çıkan Fatih Sultan Mehmed, Uzun Hasan ve ona bağlı uluslara, illere tehlike arz etmiştir. Fakat, Yassıçimen'den kuzeye yönelen Fatih, Trabzon'a gitmiş ve bu liman kentini ele geçirmiştir.
1473'de, Fatih Sultan Mehmed ve ordusu yine Erzincan'dadır. Üzümlü, bir kere daha Osmanlının haşmetini yakından görmüştür. 11 Ağustos 1473'de Akkoyunlu-Osmanlı nüfûz mücâdelesi Otlukbeli'nde noktalanmıştır. Fatih Sultan Mehmed, Akkoyunlu kuvvetlerini takiben Karasu vâdisine girdi. Cibice yolu ile Tercan ovasına indi. Böylece, Üzümlüler ilk defa büyük bir fatihi kendi arazisinde selâmlamış oluyor. Osmanlı ordusunun toplandığı ve nihai savaş için düzene girdiği Başköy/Başked de, Esence dağlarının kuzey yüzünde ve tam Üzümlü'nün arkasındadır. Ancak, ahâlinin bu harekatı ne kadar takip ettiği de karanlıktır. Otlukkbeli'nde Akkoyunlular mağlup edildi. Uzun Hasan Tebriz'e kaçarak kurtulabildi.
Akkoyunlu hakimiyeti bu tarihten sonra iyice zayıfladı. Üzümlü'de, bu sıralarda, çok değerli bir bilginini ve din adamını kaybetti. Bu Pîr Mehmed Erzincâni'dir. Yahya-ı Şirvanî'nin yaydığı Halvetiliğin Erzincan'daki temsilcisidir. H.879 / 1474'de aramızdan ayrıldığı tahmin edilmektedir. Bursalı Mehmed Tahir onun Erzincan'da öldüğünü yazmaktadır. Aslında Kelariç'de toprağa verilmiştir. Makâmü'l Ârifin ve Ma'ârifi's-sâlikin adlı tasavvufa ait eseri mevcut olup, dili Türkçe'dir. Yazması Manisa'daki, Muradiye Kitaplığındadır. Buradaki dizelerden bir bölümü şu şekildedir:
"Tamam oldı kitâbı rûz-ı arefe
Eğerçi bunun el-fazı Türki
Ki tahrir oldu bu Erzincan'da
Sekizyüz yetmişüçündeydi hicret
Tamam zikridir anın Subhanallah"
II. Bayezid zamanında, Üzümlü'de, Şâh İsmail baskısı kendisini hissettirdi. Trabzon Vâlisi Şehzâde Yavuz Selim de bu sırada tanındı. Ancak, babasının uyarısı ile yöreden ayrıldı.
XVI.Yüzyılın başlarında Şâh İsmail, Yöreye vâli olarak Gülgen'i yolladı. Onun hareketleri Yavuz Sultan Selim'in hoşuna gitmediği için, sefere karar verildi. Yavuz Sultan Selim, Akkoyunluların sahneden çekilmesi ile ortaya çıkan terör havasını tamamı ile ortadan kaldırdı. Akkoyunlu Ferruhşâd Bey, Üzümlü ve Cibice Boğazından geçerek, Şah İsmail'in Tercan Vâlisini mağlup etti. Daha sonra Yavuz Sultan Selim, Üzümlü ve çevresinden geçti. Feridun Bey Münşe'âtından öğrenildiğine göre, yolculuk şu güzergâhta yapılmıştı: "Temmuz 1514: Fırat / Karasu kenarında Çubuk Konağı der mukabele-i Başnelik nâm-ı diğer Derbend Ağzı nâm-ı diğer Pınarbaşı nâm-ı diğer Ten Hanesi... Tercan tevâbiinden Dada Tepe nâm-ı diğer Ortaviran Konağına...Arızalı bir arâzidir. Cibice Gedüğü, Zorun Hanı konağına.. Arızalı ve tehlikeli yerlerdir. Derbendtir.Sonra Mans konağına..."
Zorun Hanı, hâlen mevcut değildir.Fakat, bu isimde yer Cibice Boğazındadır. Yavuz Sultan Selim, muzaffer olarak geri dönerken Bayburt yolunu takip ettiği için Üzümlü'den, Erzincan'dan geçmemiştir.1514 ile Osmanlı dönemi başlamıştır. Üzümlü'nün tâbi olduğu ilk yönetici Baş Mirahor Bıyıklı Mehmet Paşa'dır. Az sonra da arâzi yazımları başlamıştır. Erzincan kuzey ve güney olarak ele alınmıştır. Karasu'nun kuzeyindeki yerler yâni Üzümlü yöresi Güney Erzincan'da göze çarpmaktadır. Birkaç köy de Kuzey Erzincan'dan sayılmıştır. Keleriç ve Peteriç köyleri de Erzincan'daki Darü'l-İlm Medresesi ile Kadı İftihar ed-Dîn Medresesinin işlerliğine katkıda bulunmuştur. Üzümlü'nün başlıca Ürünleri üzüm, pamuk, meyve ve tahıldır. Erzincan Kanunnâmesi de yürürlüğe sokulmuş ve Üzümlüler bu yeni yasaya tabi olmuşlardır. Ancak, yönetim eski Akkoyunlu yasasına da saygı göstermiştir. Tamga-ı Siyâh Kaza-ı Erzincan/ Hasan Padişâh Kanunu deyü icra olunan kavânin müteâmelede... ifâdesi, eski yasa ile ilgilidir.
Kanûni Sultan Süleyman da doğuya yaptığı seferde Üzümlü civârından ve boğazdan geçmiştir. 1534 yılında takip edilen yol: " Erzincan Konağı, Çubuk Yurdu. Derbend ağzıdır. Zorun Hanı geçülüb konuldu. İki Konak bir oldu. Konağa gelince, bir mertebede arızalı, taşlı yoldur ki vasf olunmaz. İstanbul'dan buraya gelince bunculayın sa'b ve taşlık yer, menzil görülmemiştir. Mans Önü " .
Kanûni Sultan Süleyman'ın üzüldüğü haberlerden biri de çağdaşı Safevili Tahmasb'ın ve kuvvetlerinin Tercan, Bayburt ve Erzincan yöresini basması, yağmalaması idi. Üzümlü ilk defa, Osmanlı hakimiyetinde yaşarken, yabancı bir devletin istilâsına geçici olarak maruz kalmış olmaktadır.
XVII. Yüzyılda, Evliya Çelebi, Üzümlü'den geçti. Celâli İsyanlarının ve yöneticilerin zaman zaman etkisinde kalan Üzümlü, bazen depremlerle harap olmuş, insanca kayıplara uğramıştır. Sansa ve Cibice yöresinde Dersimlilerin meydana getirdikleri şekâvet olayları, yaylacılık ve hayvan kaçırmaları Erzincan'daki sancak beyini hayli uğraştırmıştır. XVIII. Yüzyılda, Güney Anadolu'daki kuraklık, Akkoyunlular zamanından beri yürürlükte olan göçerlik konusunu gündeme getirmiştir. Başta Hormekliler olmak üzere Dersimli aşiretler Sansa, Cibice ve Esence Dağlarında, Üzümlü çevresinde yerleşmişlerdir. Ali Kemali Bey'in Erzincan Tarihi'nde bu konulara yer yer temas edilmiştir. İran tehlikesinin kalkmasından sonra, bu defa Moskof-Urus sözleri de Üzümlülerin dikkatini çekmiştir. Gnl. Paskeviç Kars, Erzurum, Bayburt, Tercan'ı istila ettiğinde, Rusların önünden kaçan kafilelerin yegâne sığınma noktası Üzümlü çevresi ve Erzincan'dır. Ruslar, Edirne Antlaşması ile çekilmişler ve Tercan taraflarındaki bir kısım Ermeniyi de beraberinde göçürmüşlerdir. Ayânlar, Tanzimât, Islahat devirlerinde Üzümlü Tarihi, Erzincan'dakine paralel gelişme göstermiştir. Anadolu Islâhatından gereği gibi faydalanamamıştır. Osmanlı-Rus harplerinin yükünü de çekmeye devam etmiştir. Zira, Malatya, Sivas, Tokat v.s.den toplanan rediflerin geçiş ve konaklama yerlerinden biri de Üzümlü ile Sansa-Cibice boğazları idi. 1855 ve 1877-1878 tarihlerinde iki defa Rus tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu sıralarda Ermeniler de tuz-ekmek hakkına ihânetle cevap vermişlerdi. Üzümlü'nün bu itibarlı Hıristiyanları, 1917-1918'de cüretlerini gittikçe artıracak, hatta toplu kıyımlara da başvuracaklardır. 1855 rüzgârı Paris, 1877-1878 tehlikesi de Berlin Antlaşması ile bertaraf edilmiştir. XIX. Yüzyılda, Üzümlü, Erzincan gibi merkeze yakın olmasına rağmen yoksulluğun ve geri kalmışlığın kucağına itilmiştir. Bir çok Üzümlülü belde dışında ticâri imkânları zorlayarak, geçimini sağlama yolunu seçmiştir. 1916'da ise yeniden Rus istilâsı ile karşı karşıya kalmıştır.
Evliyâ Çelebi'nin Ziyâreti
Osmanlı dünyasının en meşhur gezgini hiç şüphesiz ki Evliyâ Çelebi'dir. 1645 yılında, efendisi ile Erzurum'a hareket etmiş ve Erzincan'ın kuzeyinden, Tercan'a ve oradan da Erzurum'a gitmişti. Hem bu şehirde ve hem de Revan-Tebriz taraflarında dolaştı. Görevi bitip, İstanbul'a dönüş yolculuğunda ise Üzümlü'den geçme, kısa da olsa bu bölgeyi tanıtma fırsatını bulabildi.
Şimdi, onun yazdıklarına geçiyoruz: Evvelâ, Kötür Köyü'nden güneye doğru Fırat Nehri kenarı ile bakımlı ve abâdan köyler geçtik." diyor. Evliyâ Çelebi, Erzurum'da da uzun zaman ikâmet ettiği için Fırat Nehri'ni de iyi tanımaktadır. Bu nedenle, Üzümlü güneyinden geçen bu akarsu için de şu ilgi çekici bilgiyi nakletmektedir. "Dumlu Baba Sultan Ziyâretgâhının kayası dibinden çıkub, güney-batıya akarak, Erzurum sahrasında nice batak ve halic ve buhayre ve tar'alar olup, niçe kerre 100. 000 Bağdadî turnalara kân-ı mekân olub..."
Evliyâ Çelebi daha sonra Cibice Hanı ve yanındaki köyden de bahsetmekte "Menzil-i Karye-i Cibice Hânı: Zaman-ı Kâdimde bir âbâdan mekân-ı şâdan imiş. Andan, yine kuzeye doğru... saatde Fırat Nehri sağ tarafında kalıp, bir düz sahra içinde gidüb."
Evliyâ Çelebi, XVII. yy başlarında veya ilk yarısında mevcut Cibice Köyü ve yolcuların istifâdesine sunulmuş Han'dan bahsetmekte, Osmanlı ulaşımında yöresinin rolüne dikkati çekmektedir.
Menzil-i Karye-i Cimin ise Evliyâ Çelebi'nin geçtiği bugünkü Üzümlü'dür. Kasaba hakkında da şunları yazar: "Erzincan toprağında mamur bir köydür. Ketesi ve keşkeği meşhurdur. Bu mahalde âzim vezni üzere tipi ve boran ve karlar zahmeti çeküb canımızdan bi-zâr olduk". Osmanlı belgelerinde, özellikle Kânuni Sultan Süleyman zamanı defterlerde, burada Türk ve sâir sakinlerden bahis konusu edilmektedir. Gezginin dikkatini çeken diğer hususlardan biri de Üzümlülerin kete ve keşkeğinin tanınmış olmasıdır.
Seyâhatnâmenin Atsız ve Z. Kurşun çevirmelerinde Cibice ve Cimin isimleri hatalı okunmuştur. Cibice için Cebeci, Cimin için de Çemen denilmiştir. Her iki isim (C b c ) ve (Ç m n ) imlâsı ile yazılmaktadır.
Fred Burnaby Sansa Ve Çamlıca İzlenimleri (1876)
Anadolu, XIII. Yüzyıldan itibaren batılı gezginlerin ilgi alanıdır. Daha çok görevli olarak İran'a gidenler, doğuyu incelemek isteyenler ve bazen de yörenin eski ahâlisini ve onların kültürlerini görmek isteyenler bu tehlikeli ve yorucu seyahâtleri gerçekleştirmişlerdir. İngiliz asıllı Fred Burnaby de bunlardan biridir. At sırtında, İstanbul'dan hareket etmiş, doğuya gitmiş ve bu arada, büyük harp öncesi Erzincan, Erzurum ve diğer bölgeleri gezmiştir. 1876 yılında gerçekleştirdiği seyahâti esnasında, Erzincan ve Sansa Boğazı'ndan da geçmiş ve Erzurum'a doğru yoluna devam etmiştir. Fred Burnaby, Erzincan sonrası Üzümlü topraklarında yaptığı gezi için aşağıdakileri anlatmaktadır.
"Kentten çıkarken, Erzurum yönüne uzanan, nispeten iyi durumda bir araba yoluna rastladım. Ama bu uzun sürmedi. Üç-beş kilometre yol aldıktan sonra, yine bir patikadan atlarımızı sürmeye başladık. Yolun iki yanında bataklıklar epey ilerilere kadar uzanıyordu. Bir kaç kazla, şimdiye kadar gördüklerimizden farklı türde ördekler, etrafımızdaki kırlarda karın doyuruyorlardı. Onlara ateş edilebilecek kadar yaklaşmaya çalıştık. Kaz yada ördek eti her köyde karşılaştığımız tavuk etinden sonra hoş bir değişiklik olurdu. Fakat, Anadolu'daki yaban kazları da Manş'ın öbür yanındaki akrabaları kadar ürkek yaratıklar. Onları izlemek imkãnsız idi. Erzurum'a giden redif askeri olan üç yüz kişiye yetiştik. Yanlarında subay yoktu. Adamlar ne yapıp edip, yollarını kendileri bulacak ve hedeflerine kendileri varacaklardı. Süngülü tüfekler ile silahlı idiler. Ama üniformaları yoktu. Çoğu paçavralar içindeydi. Bir çoğunun ayağında ne pabucu, ne de çarığı vardı. Karın içinde yalın ayak yürüyorlardı. Aralarında birkaçı katırlara binmişlerdi. Yaklaşıp bakınca bu zavallıların ayaklarının donmuş olduğunu gördüm. Hatta içlerinde bu yürüyüş sırasında ayak parmaklarını kaybetmiş olanlar da vardı." Fred Burnaby'nin yazdıkları Üzümlü civarından geçen yedek askerlerin acıklı hâlini sergilemektedir. Her şeye rağmen bu askerler vatan kurtarmaya Rus veya Moskof'a ders vermeye giden vatanseverlerdi. Ancak Fred Burnaby, eserinde bu duygulara nedense yer vermiyor ve sadece gördüklerini anlatmaya çalışıyor. İngiliz gezgini bu defa Sansa Boğazı'na girmek üzeredir. Yine onu takip edelim:
"Erzincan-Erzurum arasındaki dağları ağır ağır tırmandığımız zamanki gibi acı bir soğuk vardı. Dokuz saatlik bir yürüyüşten sonra, geceyi geçirmek için Delav/Dalav (Çamlıca) adındaki küçük bir köye vardık. Burada topu topu on iki, kerpiçten kulübe vardı. Üç yüz kadar insan ellerinden geldiğince buralara sığmaya çalıştılar. Şansımız yardım etti ve ben de ahırda dinlenebileceğim bir yer buldum. Atlarım binanın bir yanına sıkışmışlardı. Öbür yanda ise ancak benim ile adamların için yer vardı. Köy halkı gelen askerleri rahat ettirmek için ellerinden geleni yaptılar. Askerler (yani redifler) köylülerin ikramı ile karınlarını doyurdular. Her köylü, hemşerilerinin tayınına kendi ihtiyacından artırdığı kadar ekmek katmıştı. Öğrendiğim kadarıyla askerin üstünde hiç para yoktu. Delav'dan ayrılırken indiğimiz yamaç son derece kaygandı. Atlarımızı önümüz sıra sürüyorduk. Küçük hayvanlar rüzgâra karşı koyan gemiler gibi yön değiştire değiştire ilerliyor, önlerindeki zeminden emin olmak için ayaklarını büyük bir dikkat ile yere basıyorlardı. Radford (gezgine arkadaşlık yapan kişi), mecalsizliği nedeniyle karların içinde yürümekte büyük güçlük çekiyordu. Allah'tan ata binmenin mümkün olduğu bir noktaya geldik. Buradan Kargın Köyü'ne giden bir sapak vardı. Ama biz eski yolumuza devam ederek, Kötür Köprüsü denilen güzel bir taş köprünün başına ulaştık."
Bu ifadelerden anlaşıldığına göre F. Burnaby ve askerler Cibice Geçidi içinde eski tarihî yoldan seyâhat etmişler, bugünkü Sansa mevcut olmadığı için yola benzer bir bölgeden Tercan Ovası'na ulaşmışlardır.
A. P. de Cholet Delav Köyünde
XIX. Yüzyıl sonlarına doğru, Türkiye'nin doğusunda seyâhat etmekte olan Fransız gezgini A.P.de. Cholet, Ocak ayının 19'unda Erzincan'da idi. Erzincan'dan sonra Karasu (Euprate) vadisine giren de Cholet ne bir kasaba ne bir köye rastlamadan yoluna devam etmiştir. On saatlik bir yol alıştan sonra, saat gece altı sularında küçük bir köye rastlar. Burası Delav'dır. Bir dağın doruğunu kapsamaktadır. Karlı bir arazideki tehlikeli yolculuk, şimdilik sona ermiştir. Bir saat sonra tekrar yola koyulan gezgin yine çok arızalı bir arazide yolculuğuna devam etmiştir. Sadece vahşi doğanın hakim olduğu ortam kendisini hem korkutmakta ve hem de mutlu etmektedir. Üç saatlik bir yolculuktan sonra, doğuya Mama Hatun'a doğru gidilmiş ve engin bir ova ile karşılaşılmıştır. İki tarafta yükselen dağ zinciri de geride bırakılmıştır.
A.P.de Cholet, Mama Hatun 'dan önce, ismini zikretmediği Kötür Kalesi'nin harabesine rastladı. Onun arkasında, doğuda ise Mama Hatun / Tercan yanındaki tepeler, dikkatini çekmiştir .Rivâyete göre de, halkın Keur-Oghlou dediği bir eşkıyanın tamir ettirdiği oturduğu kale hakkında pek açıklayıcı bilgi verilmemekte ve sadece (Karasu / Euphrate) akarsu kenarında bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Erzinguian / Erzincan Mutassarrıfının kendilerini karşılamakla memur ettiği Tercan Kaymakamı da bu sırada gezgin ile temas kurmuştur. Zaptiyeler kendisine hoş geldin demişler ve kasabada bourgul ve yougourth ikram edilmiştir.
III. Ordu'nun Cibice/Sansa Harekâtı
III. Ordunun Erzincan yöresindeki harekâtı resmi belgelere göre aşağıdaki gelişmeler çerçevesinde meydana gelmiştir:
III. Ordunun asıl kuvvetini oluşturan üç kolordunun muharip piyade mevcudu, ancak bir piyade tümeni seferi muharip piyade mevcudu kadardır. Her ne kadar, bu kuvvetle Rusların az kuvvetle yapmakta olduğu takip harekâtını durdurmak mümkün gibi görünmekte ise de erlerin maneviyatının bozuk olması nedeni ile Rus kuvvetlerinin ilerlemesi durdurulamamaktadır. Ruslar kuşatma harekâtına gerek görmeden az kuvvetle Türk savunma mevzilerine cepheden taarruz etmekte ve Türk birliklerini perişan duruma düşürmektedir.
III. Ordu, her gün onda bir kadar zayiata uğrayarak gittikçe azalmaktadır. Personel ikmali yetersiz, yakın bir zamanda takviye de şimdilik söz konusu değildir.
Ordu Komutanı, ordunun kâmilen yok olmasını önlemek ve orduyu mümkün olduğu kadar düşmandan uzak tutarak birlikleri dinlendirmek, tertip ve tanzim etmek, moralleri güçlendirmek maksadı ile kesin savunmayı Cibice mevziinde yapmak kararındadır. Dumanlıdağ-Yapraklıdağ (Aşkale) genel hattında ve aralık arazide oyalama ve artçı muharebeleri vererek kazanılan zaman içinde yukarıdaki hususları sağlamak ve doğal yapısı nedeni ile savunmaya elverişli Cibice mevziini tahkim ederek savunma gücünü daha da artırmak olanağı bulunacaktır.
III. Ordu'nun, halihazır durumu, derlenip toparlanması İstanbul'dan gelecek takviye kuvvetleri gelinceye kadar Rus ilerlemesini durdurmak, tasarlanan genel taarruz için gelecek takviye kuvvetlerinin yığınağını örtmek ve uygun çıkış mevzilerini elde bulundurmak maksadı ile katî savunma muharebesini, Cebice mevziinde kabulü kararlaştırması uygun bir harekettir.
Cibice mevzii, Sivas Başyaylası'nı hedef alarak Anadolu'yu istilâya açılan giriş istikametini kapayan önemli bir arazi kesimidir.
III. Ordu'nun yegâne ikmal kaynağı olan İstanbul'dan yetersiz de olsa deniz yolu ile Trabzon üzerinden, Trabzon-Bayburt ve Erzincan yolu ile İstanbul-Ulukışla (tren), Ulukışla-Erzincan arası kara ulaştırmasına nazaran daha kısa yoldan ikmal olanağı bulabilmekte idi. Bu bakımda Trabzon-Bayburt ve Trabzon-Erzincan yolu 3. Ordu için Hayatî öneme haizdi. Cibice mevzii bu ikmal yolunu da açık bulundurma bakımından önem taşımaktadır.
Cibice mevzii, kuzey ve güneye devamı ile stratejik savunmaya imkân veren harekât mihveri üzerinde bulunan Erzincan bölgesini ileriden korumak bakımından da önemlidir.
Cibice mevzii güneyi, Fırat güneyinde Bağırpaşa dağı doğusundaki Eşilbaba dağına dayanan, Karasu'yun Fırat nehrine katıldığı Kötür köprüsünden itibaren, Çoruh nehri kuzeyindeki 2400 Ziyarettepe'sine kadar yaklaşık 60 km kadardır. Mevziin ana ilerleme istikametini kapayan Kötür köprüsü ile Engice dağı arasında geniş atış alanı ve derinlikte savunma olanağı bulunmaktadır.
Engice dağı- Mans arasından ilerlemek isteyen Rus kuvvetlerine karşı III. Ordu, bu girmenin kuzey ve güney yanına, koordineli bir karşı taarruzla savunmayı devam ettirebilme olanağına sahiptir. Fırat kuzeyinde, Şengül dağı-Cibice gediği-Cibice dağı-Kuyudağ-Çiçekli dağ-Keşiş dağları hattında uzun müddet savunma olanağı bulunabilir.
Cibice mevziinin tahkimine Erzurum Müstahkem Mevki Tahkim Komisyonu Reisi Albay Maşuk Bey memur edildi. Albay Maşuk Bey 19 Şubat 1916'da bir heyet ile Cibice mevziine gönderildi. Maşuk Bey, emrine amele taburları ile Erzurum istihkâm inşaat Taburları verilmekle beraber bölge halkından da faydalanma yetkisi verildi. Tahkime öncelikle dağlar hattındaki gediklerden başlandı.
Bundan evvelki çekilmeler acı olaylarla sonuçlandığından, Cibice mevziine çekilmenin daha koordineli ve güvenceli yapılabilmesi için 3. Ordu Komutanlığı şimdiden bir talimat - özeti aşağıda yazılı - (harekât planı) yayınlama gereği duydu. Buna göre:
"_ Cibice mevziine kadar çekilmede 11nci Kolordu Komutanı, yine umum artçılar komutanıdır.
"_ 9 ve 10 ncu Kolordular birer tümen komutanı emrinde takviyeli ikişer alayını artçıya memur edecekler, 11nci Kolordu tümü ile artçılık görevi yapacak.
"_ 9 ncu Kolordu büyük kısmı, Yeniköy-Hacıbekir Hanı -Söğütlü- Mamahatun (Tercan) - Vican (Yollarüstü) ile Sansa boğazı arasını, Fırat nehri batı yamaçlarını işgal, tahkim ve savunarak Sansa boğazını kapayacak.
10 ncu Kolordu büyük kısmı, Aşkale-Kükürtlü, yol müsait ise Niğdere - Cibice, müsait değilse Kükürtlü-Mamahatun üzerinden Cibice'ye gidecek.
Bu geceden (17-18 Şubat ) itibaren Aşkale'de 10 ncu Kolordu ihtiyatında toplanacak bulunan Ovacık Müfrezesi'ndeki, 30 ncu Piyade Tümeni birlikleri, ordu genel artçısı ile koordineli fakat bağımsız olarak Karasu vadisi iki tarafını (Karasu deresine 1951 basımlı 1/200.000 ölçekli Erzurum Paftasında Şohun deresi denmekte) kapayarak, Pekeriç ( Çadırkaya ) güney batısında, Karasu-Dorum derelerinin birleştiği yere, Engice dağı bölgesine geldiğinde 10 ncu Kolordu emrine girecek. Önemli bir görev alan 30 ncu Piyade Tümeni'nin personel ikmali şimdiden ve öncelikle yapılacak.
11 nci Kolordu, 9 ve 10 ncu Kolorduların büyük kısımlarının çekilmesini temin edecek şekilde, en sonra, Mamahatun. Kötür köprüsü -Cibice- istikametinde çekilecek.
Mevziin güney yanındaki 36 ncı Piyade Tümeni ile Hacı Hamdi Bey Müfrezesi, Işıklı tepe-Yavi-Dumanlıdağ hattında artçılarını bırakarak Fırat vadisini güneyinden kapamak üzere, Sansa boğazı doğu girişindeki Bardakçı-Pun köyü hattını, doğuya karşı, işgal, tahkim ve savunmak üzere şimdiden harekete geçecekler.
- Ovacık Müfrezesi lağvedilmiştir. Ovacık Müfrezesi'ndeki seyyar jandarma taburları, Aşkale-Kop dağı yolunu izleyerek Kop dağı geçitlerini kapayacak.
- Çoruh Müfrezesi, Kop Geçitleri ile masat deresi (Çoruh nehri yukarı kısmı) ve Çoruh vadilerini kapayarak Bayburt'u elde bulunduracak
- Kolordular ağırlıkları ile fazla eşyalarını, kâmilen, Erzincan ovasındaki köylere gönderecek.
- Kolorduların büyük kısmının çekilmesi, 9 ncu Kolordu'nun bu günkü savunma hattına (Dumanlıdağ-Yapraklıdağ genel hattında) ve 30 ncu Piyade Tümeni'nin Aşkale'ye gelmesinden sonra, mutlaka, ordu komutanın emri ile uygulanacak ."
Cibice mevziinin tahkim işi yürütülmekte, çekilmeyi kolaylaştırıcı faaliyetler devam etmektedir. 3 ncü Ordu Komutanı, kesin savunmayı Cibice Mevziinde verme kararında olmakla beraber, Rusların ciddî ve tehlikeli bir taarruzu olmazsa bir kısım kuvveti ile Dumanlıdağ-Yapraklıdağ, (Aşkale), hattındaki savunmaya devam kararındadır.
9 ncu Kolordu, 19 Şubat 1916 saat 13.00 sıralarında ve Dumanlıdağ-Yapraklıdağ (Aşkale) genel savunma hattındaki savunma bölgesine, Dumanlıtepe (2701)-2500 rakımlı tepe arasındaki mevzi kısmına gelebildi. Artçılar Kavurmaçukuru Köyü sırtlarında, kolordu büyük kısmı Kilisecik Köyü civarında toplanmaktadır. Kolordu geriye getiremediği bir mantelli bataryayı tahrip ederek yolda bırakmıştır.
Rus takip kolları, piyadesiyle Karasu güneyinde, süvarisi ile Karasu kuzeyinde faaliyette.
Çoruh Müfrezesi, Koçan Boğazı'ndaki taburu hariç, Dumanlıdağ-Yapraklıdağ genel savunma hattının devamı olan Akbaba Dağ-Pozan Dağ-Kırıkköyü-2250 rakımlı Kabaktepe, Çoruh Nehri kuzeyinde İkiğer köyü hattına çekilmiş, beş piyade birliği kadar artçısı, İspir kuzey ve kuzeydoğusunda.
Lağv edilen Ovacık Müfrezesi'nden Çoruh Müfrezesi emrine verilen Trabzon ve Gümüşhane Jandarma Taburları Kop geçitlerini kapamak üzere, Aşkale-Bayburt yolu üzerindeki Pırnakaban (Pertekyan) köyüne gitmekte.
19-20 Şubat 1916 gecesi Yavi'de bulunmak üzere hareket hâlinde bulunan 36 ıncı Piyade Tümeni, 21 Şubat 1916'da artçısını Yavi civarında bırakarak Kötür köprüsü doğusunda, Fırat nehri güneyinde Seki, Sarıkaya, Terpüsek (Yalınkaş)-Abranek (Abrank=Köprüdere) köyüne geldi.
3 üncü Ordu Komutanlığı, 2 inci Nizamiye Süvari Tümen Komutanına 22 Şubat 1916'da Kötür Köprüsü civarında bulunmasını emretmişse de karla kaplı yolları açmada halk da yardım ettiği hâlde geç kaldı. Tümen, 22 Şubat 1916'da Kötür Köprüsünden 35 km. kadar güneydoğuda Elmalıdere vadisinde Karapolat köyündedir.
Cibice Mevziinin tahkimi ile görevli Albay Maşuk Bey mevzii üç mıntıkaya ayırarak tahkimâtı yürütmektedir. 1 inci mıntıka, Fırat nehri güneyinde Bağırpaşa dağı-Velibaba Köyü-Fırat; 2 inci mıntıka, Fırat-Ermeni kaçağı-Kürt kaçağı; 3 üncü mıntıka ise Karatepe-Mirpet dağı-Kuyulu dağ-Çiçeklidağ-Keşiş dağları hattıdır.
Maşuk Bey, mevziin en hassas bölgesi olarak 2 inci mıntıkayı değerlendirmiş ve tahkim önceliğini buraya vermiştir. Krokiden de görüleceği üzere Sansa boğazını kuzeyden, Engice dağ-Mans bölgesinden kuşatıcı bir taarruz ile Erzincan Ovasına inme girişiminde bulunacak Rus kuvvetlerine karşı Mirgep dağı-Kuyulu dağ-Çiçeklidağ-Keşişdağ tahkimli hattı bir yan mevzi değerini taşımaktadır.
Tahkimata çalışanlar: 80 mevcutlu 2 nci istihkâm inşaat Taburu, her biri 70 mevcutlu 6 ve 8 nci Amele Taburları, 30 mevcutlu 3 ncü Amele Taburu, Avcı Taburu, Küçük Zabit Mektebi Taburu, 8nci İstihkâm İnşaat Taburu ile 5 ve 9 ncu Amele Taburlarıdır. Tahkimatta çalıştırılan Amele Taburlarının mevcutları az olmakla beraber erlerinin çoğu malûl, bir kısmı da subayların hizmetinde kullanılmaktadır. Mevsim gereğince tahkim edilecek bölgenin genişliği dikkate alınırsa bu kuvvetin Cibice Mevziinde yeterince tahkime yeterli olmadığı anlaşılır.
Ruslar, özellikle 11 nci Kolordu Bölgesinde de Karasu güneyinde, Aşkale savunma mevziinin en önemli kesiminden, 2050 rakımlı Kabaktepe ve güneyi bölgesinden, alay çapındaki kuvvetleri ile taarruz etmektedir. 22 Şubat 1916 da bir piyade alayı kadar Rus kuvveti, Kesikköprü'yü ve 2050 rakımlı Kabaktepe'yi ele geçirdi. Bölgeyi savunan 29 ncu Piyade Tümeni sol kanadı kırarak savunmasını devam ettirmek çabasındadır. 2050 rakımlı Kabaktepe'nin Ruslar'ın eline geçmesi ile, 10 ncu Kolordu'nun büyük kısmının çekilme yolu Aşkale-Kükürtlü-Niğdere-Mamahatun (Tercan) yolu tehlikeye girdiğinden, bu durumda; bulunulan mevzide uzun müddet savunmaya devam tehlikeli olmakla beraber, çekilmenin güveni bakımından Kabaktepe'nin tekrar ele geçirilmesini gerekli gören ordu komutanı, 10 ncu Kolorduya 30 ve 32 nci Piyade Tümenlerini derhal Aşkale'ye getirerek 11 nci Kolordu ile birlikte 2050 rakımlı Kabaktepe'nin kısa zamanda geri alınarak mevcut durumun düzeltilmesini emretti. Filhakika yarılan Karatepe kısmından dalan Rus kuvvetleri, 10 ncu Kolorduyu kuzeye ve 11 nci Kolorduyu da güneye atarak kesin savunma yapılacak Cibice mevziine 3 ncü Ordudan evvel ulaşma olanağı bulabilir.
Ordu komutanı, Cibice mevkiinde güvenli bir savunmanın kurulması için cephesinde sükûnet bulan 9 ncu Kolorduya artçılarını bırakarak Tercan Sansa boğazı istikametinde harekete geçmesini emretti. 9 ncu Kolordu Kolbaşısı, 23 Şubat 1916 saat 13.00 de Karakilise'den harekete geçti.
29 ncu Piyade Tümeni, 31 nci piyade Tümeninin de yardımı ile 2050 rakımlı Kabaktepe'yi geri almışsa da bu defa diğer Rus taarruz kolu 29 ncu Piyade Tümeni sağ kanadına taarruz etmiş ve tümenin sağ kanadı bozulmuş, çekilmek zorunda kalmış, Rus taarruz kolu 33 ncu piyade kolu ile 29 ncu Piyade Tümeni arasına girmiş, 33 ncü Piyade Tümeni, güneyindeki 9 ncu kolordu büyük kısmı çekildiğinden, çok ileride kalmış ve Yeniköy şosesine çekilmeye başlamıştır.
Gelişen bu durum karşısında ordunun tümünün Cibice mevziine çekilmek zamanının geldiğine inanan 3 ncü Ordu Komutanı, 23 Şubat 1916 saat 20.30 da 10 ve 11 nci Kolordulara da bundan önce verilen direktif esasları dahilinde çekilme emrini vermiştir. 9 ncu Kolordu 23 Şubat 1916, saat 13.00 de harekete geçmiştir.
10 ncu Kolordu, 23 Şubat 1916 saat 21.00 de 30 ncu Piyade Tümeni ile Karasu vadisinden, 31 ve 32 nci Piyade Tümenleri ile Aşkale-Kükürtlü-Tercan yolu ile Cibice mevziine çekilecektir.
9 ve 10 ncu Kolorduların çekilme emniyeti ve birliklerin birbirine karışmaması bakımından 11 nci Kolordu, 24 Şubat 1916 saat 00. 01'de Yeniköy'den harekete geçecekti.
Daha önceleri de açıklandığı üzere umum artçılar komutanı 11 nci Kolordu Komutanı Mirliva Abdülkerim Paşa'dır. Ordu Komutanı, Abdülkerim Paşa'dan, çekilmenin emniyet ve düzenli olması için 24 Şubat 1916 günü olağan üstü bir gayret sarf edilerek Rus ilerlemesinin durdurulmasını istedi.
9 ve 10 ve 11 nci Kolorduların toplam muharip mevcudu 10.507 dir. Ordu bölgesinde er kaynağı hemen hemen kâmilen kurulmuş olduğundan bu mevcudun ordu bölgesinden artırılma olanağı da yoktur. Tabur mevcutlarının 100-200 kadar olması gerek subay, gerek ulaştırma araçları ve gerekse idarî elemanlar bakımından israfa neden olmakta ve özellikle değerlendirmede yanlış yorumlara neden olduğundan, 3 ncü Ordu Komutanlığı mevcut alayların, beşer yüz mevcutlu birer tabur, tümenlerin alay ve kolorduların da tümen haline dönüştürülmesini uygun gördüğü 23 Şubat 1916 da Başkomutanlık Vekâletine duyurdu. Sonraları görüleceği üzere bu "Kafkas Teşkilatı" adıyla uygulanacaktır.
Diğer kolordulardan daha önce Cibice mevziine harekete geçen 9 ncu Kolordu, Cibice mevziine ana ilerleme istikametini yapmak üzere müretteb alay hâlinde (50 nci Piyade Alayından iki, 51 nci Piyade Alayından bir) üç piyade tabiri ile Karasu sağ sahilinde Kötür köprüsü ile kuzeyinde 1700 rakımlı Astorkomu-1760 rakımlı tepe arasını ileri mevzi olarak tuttu.
9 ncu Kolordu, 24 Şubat 1916 saat 15. 40 da büyük kısmı ile Kargın'a girdi. 10 ncu Kolordunun 31 ve 32 nci Piyade Tümenleri büyük kısımları 23 Şubat 1916 saat 22.00 de Aşkale'den harekete geçti. 30 ncu Piyade Tümeni Topalçavuş-Taşağıl sırtlarında Karasu vadisini kapamakta. Tümen bu geceyi bu hatta geçirecektir.
Hava değişimde bulunan ordu Kurmay Başkanı Guze Bey 24 Şubat 1916 günü orduya döndü.
Ruslar 24 Şubat 1916 da Aşkale'yi işgal etti.
Bayburt-Trabzon yolunun önemi üzerinde özellikle duran ordu komutanı, Çoruh Müfrezesini güçlendirmek için 30 ncu Piyade Tümeninden bir piyade alayı, bir dağ bataryası (takımı) ve bir makineli tüfek bölüğü ile takviyesini, bu kuvvetlerin tümen çekilirken müfreze komutanı Halit Bey'in emrine verilmesini emretti.
Ordu artçıları 25 Şubat 1916 da Dumanlıdağ-Çatviran-Akbaba-Kükürtlü hattındadır. 10 ve 11 nci Kolordu kısımları da Bican (Vican)-Elmalılar-Cibice geçidi-Boyacıkomu-Karatepe-Kuyulu dağ-Çiçekli dağ-Keşiş dağı hattına kısmen gelmiş ve kısmen de gelmektedir.
3 ncü Ordu Komutanlığına gelmekte, yolda, bulunan Mirliva Vehip Paşa, 3 ncü Ordu Komutanlığına bilfiil başlayıncaya kadar ordunun sevk ve idaresinin aldığı görev ve tasarladığı müteakip harekâta, uygun şekilde yapılması için gerekli gördüğü aşağıdaki hususların Başkomutanlık Vekâleti vasıtası ile 3 ncü Ordu Komutanlığına duyurulması isteğinde bulundu.
"Gerek sonraları yapacağımız taarruzlara şimdiden müsait zemin hazırlamak ve gerekse 4 ncü ve 6 ncı orduların hükümet merkezi ile ulaşım ve irtibatını korumak için, Kelkit-Harput genel hattının behemehal, kuvvetli ve emniyetli bir sûrette elimizde bulundurulması lâzımdır. Gerek bu hattın emniyeti ve gerekse gelen kuvvetleri parça parça muharebeye sokmayıp, bu hat üzerinde toplayarak ve iyi hazırlanarak en müessir bir noktadan düşmana darbe vurmak nokta-i nazarından Bayburt-Cibice-Kigi ve Çapakçur gedik ve boğazlarının, her neye mal olursa olsun halen mevcut birlikler ve vesait ile elde tutulması lâzımdır.
Trabzon yolunun te'mini ancak Bayburt boğazını ve Erzincan istikâmetinin kapatılması, Cibice boğazını elde bulundurmakla ve bunun müdafaası ise Erzurum-Kigi-Pülümür-Erzincan istikametinin Kiği'den kapatılması ile mümkündür.
Harput, 4 ncü ve 6 ncı orduların ulaşımı bakımından olağanüstü önemli olup, Harput'u elde bulundurmak Çapakçur boğazını tutmakla mümkündür.
Bitlis ve Muş istikametlerinden düşmanın Dicle vadisine inmesine mâni olmak ve bu havalide hareketin muhtemel ikinci derece düşman kuvvetlerine karşı Bitlis boğazı ve Kulp platosunu elde bulundurmak ayrıca önemlidir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Bayburt-Cibice-Kigi-Çapakçur-Bitlis boğazlarının ve Kulp platosunun, her neye mal olursa olsun behemehal elde tutulması ve birbiri gerisinde müteaddit savunma hatları hazırlayarak savunmanın takviyesi hususunun, tarafınızdan, doğrudan doğruya Mahmut Kâmil Paşa'ya emir buyrulmasını."
Ordu Komutanlığı Vekâleti görevi alan Abdülkerim Paşa, çok geride Peteriç'de bulunan Ordu Karargâhını Kargın'a aldı.
Abdülkerim Paşa, durumdan endişeli değildir. Abdülkerim Paşa'ya göre ordunun kuvve-i mâneviyesi yerindedir, fakat zayıf düşmüştür. Takip yapan Rus kuvvetleri iki piyade, iki süvari alayı ile üç bataryadır. Abdülkerim Paşa halen artçıların bulunduğu Işıklıtepe-Dumanlıdağ-Çatviran-Hacı Mustafa Komu-Kükürtlü tepeleri-Kükürtlü gediği ve kuzeyi-Topalçavuş-Pınarkaban hattında savunmayı devam kararındadır.
Abdülkerim Paşa'ya göre savunma mevzii Tercan ilerisi olacaktır. İhtiyaten tahkim edilmekte olan savunma mevziinin bir etkisi yoktur.
Seçilen Cibice Mevzii tetkik olunursa, 9 ve 11 nci Kolorduların asıl savunma mevzii çok geride seçilmiş ve geniş atış alanına sahip Karasu vadisi ile piyadenin özel tedbirsiz geçemiyeceği Karasu'dan faydalanma düşünülmemiştir. Ordu komutan vekili Abdülkerim Paşa 9 ve 11 nci Kolordular mevziinin Kötür köprüsü civarındaki Alaksan Komu-Astorkomu (Asto Komu-Akyurt)-1760-2000 rakımlı tepeleri hattına alınması düşüncesindedir. Bunun için 9 ve 11 nci Kolordu Komutanlarına inceleme yapılması emredilmiştir.
Filhakika Karasu vadisinin geniş ateş sahasından ve Karasu'yun engelli durumundan faydalanmak ve ilk savunmayı bu hatta vererek gerektiğinde hazırlanmakta olan Vican-Kürtkaçağı-Petek-Komu-Kuyu dağ hattına kadar olan aralık arazide muharebeler vererek son savunmayı hazırlanan Vican-Kuyulu dağ hattında vermek, düşmana mümkün olduğu kadar fazla zayiat verdirmek ve zaman kazanmak bakımından uygun bir hareket olur. Bu kararı uygulamada Aleksan Komu-Astorkomu 1760-2000 rakımlı tepeler hattını tahkim için gerekli tahkim malzemesi ile yeteri kuvvetin ayrılabilmesi önemli bir husustur.
Rus İşgali: Kara Günler (Temmuz 1916-12 Şubat 1918)
Sarıkamış dolaylarında Osmanlı ve Rus kuvvetleri arasında ölüm kalım savaşları devam ediyordu. Türk tarafı bütün imkânlarına rağmen cephede başarılı olamadı ve yukarıda temas olunduğu üzere gerilemeye başladı. İşte bu nedenle, Üzümlü, önce göçmenlerin akınına uğradı. Kars ve Erzurum taraflarından göç eden ahâli çok zor şartlar altında Bayburt veya Erzincan'a ulaşarak, güvenlik şemsiyesi altına girmeyi düşünüyorlardı. Rus Çarı'nın, Tiflis'deki Kafkas Ordusu komutanına verdiği emirleri yerine getiren N.N. Yudeniç, Erzurum'a yürüme emrini verdi. Ruslar 16 Şubat 1916'da, burasını ele geçirdiler. Aşkale ve Bayburt istikametindeki yayılma da bundan sonra olacaktır. Osmanlı ordusu, Tercan ve Erzincan Ovası önünde Ruslar'a karşı koymayı planlâmış, fakat uygulamaya koyamamıştır. Şubat ve Mart 1916'da, cephe Aşkale-Tercan istikametindedir. Ruslar, savunma hatlarını devamlı olarak tehdit etmişler ve rakiplerini Erzincan Ovasına atmada başarılı olmuşlardır. Göğsündeki Yüksek Saint George Nişanı (II. Derece) ile öğünen Gnrl. Yudeniç, Erzincan'ın istilâsı emrini verdi. Ancak bu istilâ Temmuz 1916'ya kadar gerçekleşemeyecektir. Bahar aylarında, demiryolu, yeni projeye göre de Mama Hatun'a kadar uzatılmak oradan da Erzincan'a bağlanmak isteniyordu. Böylece, Üzümlü, 1938'de değil, 1916'da demiryolu ile tanışmış olacaktı. Ki nedense proje uygulama safhasına geçirilememiştir.
Üzümlü, Rus istilâ yolu üzerinde idi ve Kargın, Sansa Boğazı Halil Ağa hanları, Üzümlü, Erzincan çizgisinde askeri harekât için plânlar da yapılmıştı. Temmuz 1916'da ilk işgâl sinyalleri alınmıştır.
Aziz Samih Bey, Şubat 1916'daki Üzümlü çekilişini şu şekilde bahis konusu etmektedir. Ki yazdığı eserde, Zivin-Peteriç adı göze çarpmakta, böylece, askeri harekât, tarih edebiyatında Peteriç ile göze çarpacaktır. Şu bilgiler verilmektedir:
"Vehib Paşa, bu telgrafla, taarruz taraftarlığını anlattıktan sonra, Ordu karargâhının, Kargın'dan Peteriç'e nakline müsaâde istedi. 26 Şubat 1916'da, yazılan istizana (izin) 28 Şubatta cevap geldi. 29 Şubat'da, karargâh tekrar Peteriç'e döndü... Bian, Cibice Boğazının medhalindedir (giriş). Cibice Boğazından geçen yolda her sene yüzlerce adam donup ölüyormuş. Bilhassa, orduya gelmekte olan kafileler, zayiat vermeden bu boğazı geçemiyorlardı. Yolun Fırat (Karasu) kenarından geçmesi, yek-nazarda pek suhuletli (kolay) göründüğü için yüksek Cibice Dağlarından aşmak mecburiyetini lüzumsuz sanıyordum. Tahkikat yaptırdım. Yolun, Fırat kenarından geçmesi evvelce, muhtelif senelerde, muhtelif askeri-mülkî heyetler tarafından tetkik edilmiş, fakat bazısı mümkün, bazısı gayr-ı mümkün (imkânsız) demiş. Nihâyet, bir şey yapılmadan bırakılmış, olduğunu anlamıştım. Bu tahkikat v.s. çok evvel Erzurum'da yapılmıştı. İmkânsız denilen güzergâhın açılması için amele taburlarının memur edilmesi hâlinde bir şey kaybetmiş olmayacaktık. Nâfı'a Mühendisi ve Erzincan Mutâsarrıfı (yöneticisi) da işe alâkadar edilerek Fırat kenarında güzergâh açılmağa başlandı. Az sonra da yol açıldı. İmkânsızlığın, himmetsizlikten başka bir şey olmadığı görüldü. Cibice'nin dondurucu soğuğuna mukabil pek kuytu olan bu yeni yol, şimdi, bu çekilmede askerin ve muhacirlerin (göçmenlerin) bir çoğunun hayatını kurtardı. Karargâh da, bu yeni yoldan geçti. Sansa civarında yol birçok çukurlarla arızalanmış, muhacir kütleleri yolları dolduruyor. Karargâh, 12/13 Şubat 1916'yı Sansa'da geçirdi. 13 Şubat'ta da Sansa'da kaldık. 14 Şubat'ta Peteriç Köyüne geldik." Aziz Samih, Peteriç için devamla aşağıdaki bilgileri vermeyi sürdürmektedir: "14 Şubat'ta Peteriç Köyüne geldik. Abdülkerim Paşa, artçı komutanı olduğu cihetle, yerine diğer bir zât (kişi) tâyin ve kumandayı almazdan evvel vekâlete davet olunmasını Mahmut Kâmil Paşa münâsip (uygun) görmedi. Tebligat da yapmadı. Yollar yine muhacir akını ile dolu. Öküzleri, beygirleri de kendileri gibi mecâlsiz (dayanıksız), kuvvetsiz. Gidenlere, hedeflerini sordum. Hepsi bi-hâber (habersiz). Bî-şûur (histen yoksun). Korkunç rüyanın dalgın yolcuları... Rehberleri sevk-i tabii. Öğleden sonra Peteriç'e gelmiştik. Hava güzel. Evvelki soğuklar burada hiç yok. Bağlı, bahçeli, yol kenarları ağaçlı. Güzel bir köy. Evleri iyi. İnsan oturacak binalar."
Bütün ordu çekiliş hâlinde idi. Mahmut Kâmil izinli sayıldı. Abdülkerim ve Alman asıllı Guze, Erzincan çevresinde idiler. Karargâhtan bu esnada hiçbir açıklama da yapılmıyordu. Tam bir karışıklık havası hâkimdi. Üzümlü, Peteriç, tarihinin en korkulu günlerini yaşamaya hazırlanıyordu. Çevrede Kolera hastalığı da kol gezmeye hazırlanıyordu. Tevfik Sâlim Paşa bütün gücünü önlem almak için sarf ediyordu. Dersim dağlarındaki insanların tutumu da karanlıktı. Ruslar tarafından kandırılırsa, acaba Türk kuvvetlerine hücum ederler mi idi? İşte, Üzümlü'ye çıkışta genel hava budur.
Mayıs 1916'da ordu karargâhı Erzincan'da, Cimin/Üzümlü nâhiyesinde idi. Yusuf İzzet Paşa orada IX. K. O. K. ile beraberdi. Erzincanlı Hamdi'nin alayı da Cimin'de (Üzümlü) dinlenmeye geçmişti. Ayrıca, Fırat/Karasu güneyindeki köylere de asker yerleştirilmesi düşünülmekte idi. Maksat, Dersim'e karşı bir perde teşkil edilmesiydi.
Haziran 1916'da Üzümlü, Osmanlı-Rus sınırı hâline geldi. Gnrl. Yudeniç, Erzurum'da genel hücum için son plânları yaptı ve Temmuz ayında orduyu harekete geçirdi. IV. Türkistan Avcı Tümeninden 13. Piyâde Alayı ve 39. Piyâde Tümeninin 154. Piyâde Alayı, Erzincan'ın kapılarını zorlamaya başladı. Onları düşündüren husus Üzümlü öncesindeki Cibice veya Sansa Boğazında karşılaşacakları belirsizliğini koruyan durumdu. 25 Temmuz 1916. Kara günlerin başlangıcıdır. İlk olarak öğle vakti 154. Derbentsky Alayı Erzincan'a kadar Üzümlü'de dahil hiçbir zorlukla karşılaşmaksızın, her yeri ele geçirdiler. IV. Plastum Tugayı da şehre intikal ettirildi. Gnrl. Yudeniç, üstlerini arayarak Erzincan'ın ele geçirildiğini haber verdi.
Üzümlü, böylece 25 Temmuz 1916'dan sonra, Rus işgâlinde kaldı. Pek az sayıda insan beldede ikâmete mecbur kalırken, önemli bir kısmı da son göç kafilesine katılmıştı. Osmanlı-Rus sınırı, Refahiye Dağlarından geçirildi. Cephede bundan sonra hiçbir fiili harekât gözlenmedi. Üzümlü, Rus hâkimiyet bölgesinde, Erzincan'dan sonra sınıra yakın ikinci önemli merkez durumuna geldi.
Eylül-Ekim 1916. Ruslar Sansa Boğazında, askeri tedbirler aldılar. Askerin yiyeceği için depolama başlattılar. Karasu üzerindeki köprüleri onarttılar. Yapılışından kısa süre sonra bozulan Sansa yolunu tamire başladılar. Aşkale civârında ulaştırmayı planladıkları demiryolunu, en kısa zamanda malzeme temininden sonra Sansa Boğazından ovaya uzatmaya karar verdiler. 1917 yılı da Rus hakimiyetinde geçirildi. Bu arada Ermenilerin, efendilerinden yüz bularak, taşkınlıkları, Erzincan ve yöresinde hissedilmeye başladı. Üzümlü de ilk etkilenecek yerlerin başında geliyordu.
Üzümlüler, Ekim 1917'de, Rus askerlerinden, büyük bir ihtilâlin patlak verdiğini öğrendiler. Çar II. Nikola ve ailesi Bolşeviklerce tutuklanmış, gözaltına alınmışlardı. Moskova ve St. Petersburg'da daha başka önemli şehirlerde işgal bütün hızıyla yayılıyordu. Tabii bu kısa zamanda Kafkas cephesine de intikal etti. Asker, uzun zaman evlerinden uzakta kalmıştı. Onlar da ihtilâlin propagandasına sarılarak, yavaş yavaş ordudan firar etmeye başladılar. Rus askerleri, III. Ordu cephesinde, beyaz bayraklarla, "Barış" ve "Cumhuriyet" gösterisi yaptılar. "Mükâleme" istekleri Osmanlı ordusu yetkililerince olumlu karşılandı. İşte bu hava, Üzümlü'nün kurtuluşu için bir kıvılcım olacaktır. 22 Kasım 1917'de, Enver Paşa, Lenin hükümetinin, Doğu Cephesi Genel Komutanlığına bütün cephelerde barışa başlangıç olmak üzere bir mütâreke yapılmasını resmen teklif etti. Rus komutan heyeti de III. Ordu Komutanı Mehmed Vehib Paşa ile temasa geçmesi yetkisini aldı. Teğmen Kahraman, 25 Kasım 1917'de, iki süvâri eri ile Erzincan'a gönderildi. Gnrl. Lyahov tarafından kabul edildi ve Mehmed Vehib Paşa'nın önerileri hakkında bilgi aldı. 17 Aralık 1917'de Erzincan Mütârekesi için toplantı 18 Aralık'ta da taraflar arasında: 15.00'de Mütâreke imzalandı. Ruslar, kısa zaman sonra plânlı bir şekilde çekilme işlemlerini başlattılar. Fakat, Ermeniler yönetim boşluğundan faydalanarak, tarihin en dehşetli kıyım hareketini başlattılar. III. Ordu'ya bağlı, yeni göreve başlatılmış olan Kâzım Karabekir, Şubat 1918'de mütâreke gereği askeri yürüyüşü başlattı. Bu arada Ermeniler Erzincan'ı ve köylerini yakmaya başladılar. Üzümlü yakınındaki Rus karakolu da boşaltıldığı için Ermeniler bu kısımda kıyım için harekete başladılar. Erzincan, 13 Şubat 1918, de kurtarıldı. Ermeniler korkunun yarattığı panik ile Sansa Boğazına doğru çekilmeye başladılar. Onların fazla zarar vermesini önlemek için imdat kuvvetleri bütün güçlerini kullanarak, Sansa'ya doğru akmaya başladı. Erzincan yakılıp, yıkılıp, insanları öldürülüp harabeye çevrildikten sonra, kara günlerden kurtuldu. Topçu komutanı Yrb.Recep (Peker) askeri vâli olarak tayin edildi. Ermeni vahşetinin sınırları gün geçtikçe daha iyi anlaşıldı. Kâzım Karabekir Kolordu komutanı olarak, yeni askeri emirler verdi. Buna göre 14 Şubat 1918'de, Şarki Dersim Müfrezesi, Kolordu emrine aldı.Bu müfreze az sonra Yrb.Halit Bey'e yardım için gönderildi. Yeni kuvvet, Cibice doğu girişini kapayarak, keşif kollarını Kötür/Tercan hattına sürmekle vazifelendirildi. Bunun neticesi olarak 300 kadar Ermeni, Sansa Köyü'nde baskına uğratıldı. Elli ölü ve bir top bırakarak, kaçtılar. Kargın ve Bican'daki erzak-eşya ambarları da firar esnasında yakıldı. 19 Şubat 1918'de, Sansa Müfrezesi iptal edildi. "Şarki ve Garbi Dersim Müfrezeleri" doğrudan IX. Kafkas Tümeninin emrine verildi.
Erzincan, köyleri ve dolayısıyla Üzümlü'deki kıyım hareketlerinin sorumluları Alb. Morel ve Muradyan'a bağlı çetelerdir. Bu husus belgelere de aksetmiştir. III. Ordu Komutanı Mehmed Vehib Paşa bu hususta "Sansa yakınından geçmekte olan bir Rus binek otomobilinin Dersim Milisleri tarafından tahrip ve içerisinde bulunan bir subay ile erin öldürülmüş olduğu bildirilmiştir. Üzerlerinden çıkan belge Türkçe'ye çevrildi. Albay Morel'in Erzincan Müfrezesi komutanı olduğu anlaşılmıştır." demektedir.
Ermeni ileri gelen komuta heyetinden olan Korganov da 16 Şubat 1918 hâdiselerine yer vererek, "Fakat saat sabah ikide Fırat üzerindeki ikinci köprünün büyük bir ihtimal ile akşamdan itibaren Dersimliler tarafından yıkıldığı ve ateş hâlindeki köprünün şimdiden bir bölümünün yok olduğu haberi alındı. Saat üçte birliğin büyük bir kısmı mültecilerle birlikte yanmış olan köprünün önüne gelmişlerdi. Bu yerde, Fırat, sarp ve yüksek yamaçların arasından akıyordu. Düşman baskısı altında yük arabaları ile birlikte köprüyü geçmek söz konusu olamazdı. Bu durum, yük arabalarını bırakıp yaralıları ve hastaları omuzlarda karşıya geçirmek gerekti. Sonunda, birlikler, Fırat'taki ırmak geçidini aştıktan sonra, bir çok Dersimlinin saldırısını geri püskürterek Vican'a vardı."
Erzincan'ın çevresinin ve tabii Üzümlü'nün düşman çizmesinden, kıyım hareketlerinden, kara günlerden kurtuluşu 13 Şubat 1918'de gerçekleşmişti. Bu müjde, basına ve İstanbul'a şu şekilde ulaştırılmıştır;
"1332 yılı Temmuzu haftasında Rusların eline düşen Erzincan kasabası bir buçuk yıllık esâretten sonra, 13 Şubat 1334/1918 Çarşamba günü kurtuldu."
14 Şubat 1918'de, I. Kafkas Kolordu Komuta heyeti Erzincan'a geldi ve yerleşti. Saat 9.30'u gösteriyordu.
15 Şubat 1918'de, Üzümlü, civâr köyler ve Sansa düşmandan temizlemiş ve şanlı al bayrağımıza kavuşturulmuştur.
16 Şubat 1918'de I. Kafkas Kolordusunun bağlı bulunduğu III. Ordu'nun komutanı Mehmed Vehib Paşa Erzincan'a geldi. Daha sonra Üzümlü yakınlarından geçerek, Tercan'a gidecektir.
Böylece, Üzümlü'nün şeref sahifelerine geçen kurtarıcılar da artık iyice belirlenmiş olmaktadır. Bunlar;
III. Ordu Komutanı Mehmed Vehib
I. Kafkas Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir
Dersim Milisleri Komutanı Halit Bey
Milis Komutanı Şamlı Lütfi Bey
Milisler ve avcılar...
Mücâhitler...
Hüsrev Bey ve Kâzım Karabekir, Sansa ve dolaylarındaki durum hakkında şu değerlendirmeleri yapmakta, belgelerde görülmeyen olayları aydınlığa kavuşturmaktadırlar. Hüsrev'in (Gerede) yazdıkları daha çok milisler ve ailelerinin durumları hakkındadır: "Birinci Umûmi harpte Erzincan dağlarında, Kafkas Ordumuzun kolunda Ruslarla çarpışan Dersimli şimdiki ismi ile Tuncelili Monzor Ağa'nın, kumandan Vehib Paşa'nın daveti üzerine, kar kış ortasında avenesi ile birlikte Erzincan'a görüşmeye geldiği günün manzarasını unutamadım. Bizler, kürklü paltolarımız içinde, ayağımızda yamçı çizme soğuktan titrerken vücutlarında patiska bezinden bir don ve gömlekten başka bir şey olmayan göğüs kılları buz tutmuş, saç ve sakalları makas ustura görmemiş, keçe külâhlı, ellerinde birer mavzer omuzlarında bellerinde fişeklik yüzlerce Kürdün hâli yürekler acısı idi... Dağlarındaki en büyük ağaca tapan bunlar..." Üzümlü'nün ve Erzincan'ın yangın ateşlerinin devam ettiği, dumanlarının tüttüğü bir sırada Dersim Milislerinin durumu böyleydi. Ancak, Tercan ovasına çıkıldıktan sonra Ruslardan kalan depolar, onları ve kuvvetlerimizi açlıktan kurtarmış ve kılık kıyafetlerinde yenileşmeyi sağlamıştır. Hüsrev Bey'in, Erzincan'da iken bilerek veya bilmeyerek çok önemli bir konuya temas ettiği de görülmektedir. Bu da Dersim insanının ağaca saygı göstermesidir. Bu tarz saygı Türkistan'dan yöreye taşınan kültürün örneğini teşkil etmektedir.
I. Kafkas Kolordusu Komutanı Kâzım Karabekir de, 13-15 Şubat Sansa Harekâtını iyi bir şekilde ele almış ve gözlemlerini hatıratında şu satırlarla aktarmıştır; "Ermeniler, topluca Sansa Boğazından çekiliyorlardı. Takiple, Garbi Dersim Milisleri, Avcı Taburu, makineli tüfek takımı ile boğazın batısındaki Vahid Bey Hanları'nı işgâl için Halit Bey'i görevlendirdik. 14 Şubat 1918: III. Ordu Komutanı Mehmed Vehib Paşa'nın emri: Sansa Boğazı batı girişi, Sürpiran Deresi, Başköy hattı ile ilerleme yapılacaktır... Sansa Boğazına Şarki Dersim Müfrezesinin indiğini haber alınca Halit Bey kumandasındaki müfrezenin Şarki Dersim Müfrezesini de emrine alarak, bütün boğaza hâkim olmak üzere Şark girişine kadar işgâlini emrettim..." I. Kafkas Kolordusunun, Kâzım Karabekir'e göre sonraki ilerleyişi özetle şu şekilde cereyan etmiştir:
"Şarki Dersim Milislerinin Sansa Boğazına indiğini haber aldım. Halit Bey'e gereken emri verdim. Az önce kumanda değişikliği de yapmıştım. Lütfü Bey'in yerine Halit Bey atanınca, o da hemen harekâtı başlattı. Zira, Şamlı olan bu subay, bir akşam vakti Müfrezesini bırakarak, Erzincan'a, bana geldi. Halit Bey'den kıdemli olduğu için Milislerin kendi yönetiminde bulunması gerektiğini serzenişle bildirdi. Kâzım Karabekir, ilk emrinden vazgeçmedi. Lütfü Bey'e gereken cevabı verdi. Vazifeyi terk ederek buraya kadar gelmeniz hoş bir durum değildir. 15 Şubat'ta gece saat ikide Şarki Dersim Milisleri Sansa'nın batı girişindeki Peteriç Hanları ve Sürpiran'a baskın yaptılar. Ermeniler de panik içinde gider ayak hanları ateşe verdiler. Dersimli atlılar firarileri takip ettiler. Çaykum civârında, Ermeniler ile çarpışma oldu. Buradaki köylüler, köprüyü yakıp, Ermenilere de saldırdılar. İki yüz düşman ölüsü göze çarpmaktadır. Sansa Hanlarında, Dersimliler'in kuşattıkları Ermeniler bir kolayını bularak kurtuldular. Fakat, dar boğazda, köprüden başka yol olmadığından dört sahra, iki cebel (dağ) topu ve iki makineli tüfek, altı yük otomobili ve elli adet cephâne, erzak arabası yolda terk edilmiştir. Dersim Milisleri sonra kumandayı terk ile Dersim'e doğru gittiler. Aynı gün, Sansa boğazı, kuvvetlerimizin kontrolüne girmiştir. Böylece bütün Erzincan toprakları kurtulmuştur. Rus esir subaylarının verdiği bilgilere göre Sansa Boğazı dışında, Tercan yolunda iâşe noktaları vardı. O yüzden, Ermenilerce fazla yakılıp yıkılmasının önüne geçmek için Halit Bey'e Kargın-Mama Hatun/Tercan harekâtına geçmesini emrettim".
Üzümlü'de Depremler
Erzincan ve dolayısıyla Üzümlü önemli depremlere maruz kalmıştır. Bunlar her defasında yıkıcı ve insanca kayıplara sebebiyet vermiştir. Kuzey Anadolu fay hattında, Erzincan ve Üzümlü'deki depremler tarih sırasına göre şu yıllarda meydana gelmiştir: 964, 967, 1011, 1036, 1045-6, 1165, 1168, 1235, 1251, 1254, 1268, 1281, 1287, 1295, 1308, 1366, 1375, 1418, 1458, 1478, 1482, 1543, 1570, 1576, 1666, 1784, 1888, 1909, 1930, 21 Kasım 1939, 27-28 Aralık 1939. Son büyük deprem ise 13 Mart 1992'deki depremdir. On yıl kadar önce de yâni 1983'deki deprem ise o kadar zararlı olmamıştır.
Selçuklu-Oğuz akınlarından az önce, Erzincan ve Üzümlü de netice olarak korkunç boyutlara ulaşan deprem Urfalı Mateos tarafından şu şekilde anlatılmaktadır:
"Korkunç bir deprem oldu. Bütün yeryüzü sallandı. Bütün arz ve canlılar bir oraya bir buraya savruldular. Egeğiatz / Erzincan bölgesinde bir çok kilise temelinden yıkıldı. Erzinga / Erzincan denilen şehir tamamen harap oldu. Toprak yarıldı. Erkek ve kadınlar açılan yerlerin derinliklerinde kayboldular. Bunların çukurlardan gelen acı feryatları günlerce işitildi. Sarsıntılar bütün sene boyunca devam etti." Urfalı Meteos'ın bahsettiği deprem Ermeni takvimine göre verilmekte ve bunun da karşılığı 1045 / 1046 olmaktadır. Bir yaz günü Erzincan da Tzumina / Cimin / Üzümlü de aynı akıbetten kurtulamamıştır.
Wilhel von Rubruck 1255 yılı olaylarını hikâye ederken geçmiş olduğu ve şâhidi bulunduğu deprem için de aynı şekilde acı cümleler kullanılmaktadır. Ona göre, korkunç deprem Erzincan'ı yerle bir etmiş ve on bine yakın insan hayatını kaybetmişti. Tabii bu sayı içinde Üzümlülüler de vardır. Gezgin, Erzincan yöresinde üç gün at üzerinde yol almış ve büyük yarıkları da bu sırada görmüştür. Dağlardan kopan kayalar da vâdileri (Cibice Geçidi) de doldurmuştu. Türkistan'da uzun bir gezi yapan gezgin, tekrar Erzincan'dan geçtiğinde, değişen bir şeyin olmadığını, ahâlinin yaralarını henüz saramadığını yazmıştır.
1583, 1601, 1659, 1666, 1689 ve 1784'deki depremler de çok zarar verici idi. Bu tarihlerde sadece Erzincan veya Üzümlü etkilenmemiş, Kiğı, Pülümür, Dersim, Tercan ve Kelkit vâdilerinde de hasar görülmüştü. Ahmed Vasıf Efendi, "Zûhur-ı Zelzele-i Âzize der Erzincan ve fetv-şüden-i vâli-i Erzurum" başlığı altında bir başka depremi ve arz ettiği zararları yazmıştır. Bu depremde, Erzincan'a gelmiş olan Süleyman ve çok sayıda adamı enkaz altında kalmıştı.
1784'deki depremin sonuçları da aynı derecede yürekler acısı idi. Bu defa, Dersimliler dağlardan inmişler ve yağma için Üzümlü, Erzincan ve civâr köyleri yağmalamışlardı.
Erzincan ve Üzümlü'yü yerle bir eden iki önemli deprem de, 27/28 Aralık 1939'da meydana geldi. Çok sayıda insanımız hayatını kaybetti ve merkez Erzincan haritadan silindi. Hükümet, yeniden yapılanmaya giderek yeni şehri eskisinin hemen kuzeyine taşıdı.
Ancak yeni Erzincan, bir başka depremle büyük zararlara marûz kalacaktır. 13 Mart 1992'deki sarsıntı yine birçok insanın kaybına, binaların yıkılmasına, sahne olmuştur. Üzümlü, 612 ağır, 558 orta, 1105 az hasarla bu depremi atlatabildi. Vâli Recep Yazıcıoğlu, III. Ordu Komutanı Orgnl. Hikmet Bayar'ın ve diğer ilgililerin üstün çalışmaları ile Erzincan'da, kazalarda ve köylerde yaralar sarılabildi.
Üzümlü Çevresi Boğazları
Berzah, Gedük, derbend, geçid, kütel/kotal ve kötür gibi kelimeler, dağlar arasındaki vâdileri tanımlamaktadır. Bazen vâdi tabanları bazen de akarsu boyları ve boğazları meydana getirmektedir. Fırat/Karasu, bu özelliği ile hemen dikkati çekmektedir. Erzincanlılar arasında şu söz ilgi çekmektedir:
"Fırat'ın güney tarafına öte geçe, kuzey tarafına ise "kuzgeç" söylenişi örneği verilebilir. Feridun bey, Yavuz'un İran Seferini anlatırken, Üzümlü civârında derbende öncesi bilgileri vermektedir:
"Fırat kenarında Çubuk Konağı'na, der mukabele-i karye Başnelik nâm-ı diğer Derbend Ağzı nâm-ı diğer Pınarbaşı nâm-ı diğer Ten hânesi... Dada Tepe: Orta Viran Konağına; sa'b derbend olmağın ol gün Anadolu askeri ubûr idüb, ordûy-ı hümâyun Derbend önünde ârâm eyledi." "Cibice Gedüğü..."
Çubuk konağı aynı zamanda yurd sahasıdır. Başnelik köyü karşısında bulunmaktadır. Ki burası aynı zamanda Derbend Ağzı diye de isimlendirilmiştir. Pınarbaşı sonrası ten Hânesi denilen yere ulaşılmaktadır. Dada Tepe, Orta Viran'a karşılıktır. Karasu'nun aktığı bu bölge, ilerlemeye engel teşkil eden yer olarak tanımlanmaktadır. Muhtemelen Tanyeri/Danzut civârı kastedilmektedir. Sonra da Sansa ve Cibice yol ayırımı başlamaktadır.
Cibice Boğazı
Üzümlü'yü, Tercan'daki Mama Hatun Kervansarayına, daha ilerideki eyâlet merkezine bağlayan ana yol eskiden Şâhrâh-ı Garbinin geçtiği Cibice Boğazı'dır. Cibice, bir kaç köyün birleşmesi ile meydana gelmiştir. Ayrıca, Coğrafya literatürüne giren Cibice Deresidir. Yüksek dağlarla çevirili ve yer yer "Cibice meşesi" denilen ağaçlıklarla kaplıdır. Cibice adı Cibi-ce'den ibarettir. Kelkit'te, XVI. Yüzyılda, şimdiki adı Çakırlar olan Cibi kelimesi de dikkati çekmektedir. Osmanlı Kaynaklarında boğaz, Cibice Gedüğü, Cibice Derbendi veya Cibice Geçidi diye göze çarpmaktadır. Bu yörenin en önemli hanı Delav köyü yakınlarındaki ve Sırıklı Manastır ile Bulanık Tepesi yakınındaki Zorun Hanı diye tanınmaktadır. Feridun Bey, Yavuz Sultan Selim'in 1514'deki seferi esnasında boğazdan geçtiğine dikkati çekmekte ve "Cibice Gedüğü: Zorun Hanı konağına ki gayet sa'b ve düşvar derbend olup, iki nefer Türkmen delirinden 200 nefer sipahiye baş nasb olunup, dil almağa ilerü gönderüldü." diye yazmaktadır. H.Saraçoğlu, Cibice Boğazını iyi bir şekilde incelemiştir. Onun boğaz ve çevresi hakkında tespitleri özetle şöyledir: "Birkaç köye birden Cibice denilmektedir. Erzincan'da Cibice meşesi meşhurdur. Cibice'den Sansa Boğazı üzerine uzanan son toplu dağa Şengül dağı denmektedir. Sulak, otu boldur. Yer yer kayalıklar da göze çarpmaktadır. Biraz güneyinde ardıç ağacına rastlanmaktadır. Bunun batı eteklerindeki köylere Balaban köyleri dendiği için, Sansa Boğazına bazen Balaban Boğazı denmektedir. Ahi tepesinden bu boğaza kadar uzanan bu çok yüksek dağ kabarığı üzerinde, birisi Karakaya dağının hemen kuzeyinde Sürperan deresini izleyerek, Çayırlıya doğru çıkan yola geçit veren Sarıkaya gediği (2500 m) diğeri de Esence dağları üzerinde Soğanlı gediği (3000 m) olmak üzere başlıca iki gedik vardır".
Cibice Gediğinde, şimdi sadece izleri kalmış hanlar vardır. Bunların en önemlisi, Feridun Bey'in de bahsettiği Zorun Hanı'dır. I. Dünya Savaşından önce inşasına başlanan karayolu, Sansa Boğazından geçirilince, Erzurum yolcularının güzergâhı buraya kaymıştır. Halil Ağa Han'ı, Karasu kenarında olup, Cibicenin başlangıcını teşkil ediyordu. Cibice Geçidinin doğu ağzı ve uzanan yol Kargın-Zağgeri/Büklümdere arasında, şimdiki anayola bağlanmakta idi.
Sansa Boğazı
Sansa, Akkoyunlular ve Osmanlılar zamanında Erzurum-Erzincan arasında, Karasu'nun aktığı vâdinin ve boğazın adıdır. Özellikle, Ruslarla yapılacak savaş zorunluluğu nedeni ile Sansa Boğazı trafiğe açıldı. 1914'de, Nafı'a'nın da uygun görmesi ile yol çalışmaları başlatıldı. Karasu birkaç yerde köprülerle aşıldı. O zamanki köprüler genelde ağaçtan idi. Üzümlü ve Tercan bölgesinde, Şengül dağları ile Bağır Paşa yükseltilerinin meydana getirdiği vâdi, araba yolu ve daha çok şose tabir edilen tarzda ulaşıma açıldı. Yol birden önem kazandı. Asker sevkiyatı, malzeme nakli buradan yapıldı. Deve kervanları sık sık buradan geçmeye başladı. Sansa, boğazda eski bir köydür. XVI. Yüzyıl belgelerinde geçmeye başlamıştır.Vican/Bican yönünden girenler yeni yol ve boğaza bir kısım Erzincanlılar gibi Balaban Boğazı demişlerse de, Sansa daha yaygın olarak kullanılmıştır. Çevlik, Değirmendere, Kozluca, Elmalı, Elif Hatun, Veli Baba gibi yerleşme yerleri dikkati çeker. Boğaz hakkında yerli ve yabancı kaynaklarda sık sık bahsedilir. Çeşitli nedenlerle Erzurum ve Erzincan'a seyâhat edenler Sansa Boğazını kullanmışlar ve zamanına ait enteresan bilgiler vermişlerdir. Sansa Boğazı, 1938-1939'da, demiryoluna kavuştu. Az sonra da trenler işlemeye başladı. Tanyeri, Muti, Geçid, Demirkapı, Sansa gibi istasyonlarda tren durmuş ve yolcularını almıştır. Şimdi ise ekspres trenler, yük trenleri, Mavi Tren aynı demir yolunu kullanmaktadır. Demiryolu gibi karayolu da DP hükümeti devrinde yeniden ele alınmış ve genişletmeler yapılmış, asfalt ile kaplanarak trafik akışı sağlanmıştır.
Sansa Hanları ve Köprüleri
Boğaz dışında, Üzümlü-Tanyeri arasında, Karasu'nun güneyinde üç han vardı. Yedigözeler-Çermik arasında bulunuyordu. Sörperan Hanı, Avcılara yakın Hatun Hanı ve Bulanık'ta, Cibice yol ayrımında Halil Ağanın Hanları yolcular için önemli konaklama yerleri idi. Yine Sansa'nın batı çıkışında en meşhur ikâmet yeri Vahid Bey Hanları idi. Vahid Bey Erzincanlı olup, güzel bir de konağa sahipti. Bu konak, Ermenilerce kundaklanmak istenmiştir. Bazen bu hanlar Hacı Vahid hanları diye anılmıştır. Birinci Dünya savaşı ve Millî mücâdelede son derece önem arz eden hanlar, araç ve hız nedeni ile eski önemini kaybetmiştir. Sansa yolcuları boğazı bir veya iki konakta geçerken, şimdi ulaşım araçları yarım saatte aşmaktadır.
Pülümür ve Cibice Dağlarından bir çok derecik, Karasu'ya dökülmektedir. Ancak bunlar köprüye ihtiyaç teşkil etmemektedir. Daha önce ahşap, şimdi ise betonarme ve demir köprüler Karasu üzerinde göze çarpmaktadır. Bu köprülerin Fırat I, Fırat II, Fırat III gibi isimleri vardır.
Eski belgelerde geçen köprüler ise şimdi ömrünü tamamlamıştır. Çors'a beş km uzaklıktaki köprü, Bican'a yakın köprü, (Kiğı yolu ayrımı buradadır ), Çaykum Köprüsü (1918'de Karasu'yu aşmaya yarayan tek köprüdür) örnek verilebilir. N. Yavuz'un bahsettiği Sansa-Çevlik arasındaki köprü için şu malûmat verilmektedir: "Ruslar, Dersim aşiretlerinden çekindikleri için Sansa'da bir alay karargâhı kurmuşlardı. Bundan başka, Sansa Çevlik arasında, araç geçişine müsait bir köprü inşâ ettiler".
Fahri Çakır'ın I.Dünya Savaşında Sansa'ya Dair Yazdıkları
Seferberlik ilânı. Osmanlı Ordusu'nun Doğu Cephesi için hazırlıkları.. Yüzlerce binlerce insan, asker, yurdu savunmaya koştu. Sansa ve Cibice Boğazları bu aziz Mehmetçikleri uğurladı. Acılı dönüşlerini yaşadı. Fahri (Çakır) Bey bunlardan sadece biri. Diğerlerinden farkı, 1915 yılının Mart ve Temmuz aylarındaki yolculuğunu yazıya geçirmesi. Aşağıdaki satırlar ona aittir.
" 24 Mart 1915. 26. Konak yerimiz olan Erzincan'dan ayrıldık. Bir saat sonra yolumuzun üzerindeki, açıktan akan kükürtlü akan bir su kaynağını geçtik. Vakit akşama ulaşamadı amma, mekkâre neferlerinin köyü olduğu için Cimin'de kaldık. Burası, üzüm bağları ile tanınmaktadır. Ertesi sabah, birkaç saat yürüyüşten sonra, Kemah boğazında başlayan Erzincan Ovası sansa Boğazında nihâyet bulmuştu. Sağ yanımızdan Fırat akmaktadır. Erzincan'dan Mama Hatun'a şose yol evvelce dağdan aştığı için kış mevsimindeki güçlükleri ve hatta tehlikelerine binaen şimdi bu yeni ve oldukça geniş olan yol açılmıştır. (Sansa) boğazına girilince, kendimizi başka bir diyârda sandık. Sarp, fakat ağaçlık dağların eteğinden akan Fırat Nehri, insanın içine ferahlık vermektedir. Buradan itibaren köylerin adı Kom'dur. Lisan ise Türkçe'den Kürtçe'ye doğru kaymaktadır. Yol inşaâtı kışın bile devam etmiş olacak ki, karların erimeye başlaması sebebi ile yolda çalıştırılanlardan ölenlerin beyaz yün çoraplı ayakları karlar içinden ortaya çıkmağa başlamıştı. Öğle yemeğini inşaât mühendislerine ait binalardan birinin önünde ve çardak altında yedik. Kolunun komunda akşamladık. Anladığımıza göre, kısrağın yavrusunu düşürme anlamına gelen kolon ile köy daha doğrusu ahır mânâsına gelen kom ile birleşince, burası kısrak ahırı demek oluyor ki , bir İslam köyüdür. Daha ilerisinde yine bir aynı köy olan Sarıkaya vardır. Bu köylerin kabristanlarında koç, ibrik kılıç, tüfek gibi resimler işlenmiştir ki herhalde bunların bir mânâsı olsa gerek. 26 Mart 1915'de, boğazdan Tercan ovasına çıkmış bulunuyoruz".
Fahri Çakır'ın 1915 yılına ait verdiği bilgiler son derece önem kazanmaktadır. 1914 yılında başlatılan Sansa Şosesi inşaâtı kış şartlarına rağmen muhtemel savaş dolayısıyla devam ettirilmektedir. Kolun ismi ise Kulan'ın söyleniş şekli olup, Türkistan'dan bu yöreye taşınmış kültür örneği olmaktadır. Sarıkaya Köyü civarındaki mezarlıklar da F. Çakır'ın dikkatini çekmiştir. Onun kaydettiği gibi koç, koyun kültürü ile ilgilidir. İbrik Tercan ve Erzurum Ovasındaki gibi Türkmenlerin hatırasını taşımaktadır. Kılıç ise Türk'ün eksik etmediği, gündelik hayatında yanında bulundurduğu koruma silâhıdır. Tüfek resmi ise, mezarın XVII.yy sonrasına âit olduğuna işârettir. Sarıkaya ve boğaz yerleşim yerlerinden iki konuşmadan bahsedilmektedir. Köy halkı yabancılarla Türkçe, yerliler ile de (Kürt) lehçesi ile anlaşma yolunu seçmiştir. Türkçe bilmesi atalarından gelen miras olurken, Kürt lehçesi ile konuşması da Dersim yöresine yakınlık dolayısıyla, yabancılaşmadan kaynaklanmaktadır.
Fahri Çakır, doğudaki görevinden yine aynı yılın Temmuz ayında dönmüştür. Bu kısımdaki hâtıralarında ise yine sansa boğazını bahis konusu etmektedir:
" 7 Temmuz 1915 saat: 6.45 Vican köyüne geldim. Sonra sansa boğazına girdik. Fırat'ın karşı sahili birden bire yükselmektedir. Dersim Dağlarının heybeti buradan başlıyor. Bununla beraber, küçük boydaki yeşil ağaçlar yine de güzellik katmaktadır. Erzurum'dan buraya kadar olan çıplak, kuru sahadan sonra bu aylarda Fırat'ın yeşilliği ve serinliği gönül okşayıcıdır. 8.30'da Bağlar'dan, 9.30'da Sansa Hanlarından geçtik. Altı ay evveline nazaran buranın hâli ve manzarası mevsim hasebi ile hayli değişmişti. Şimdi burada güzel binalar ve fırınlar mevcut idi. 10.30'da, zevâlden sonra Razık denilen köyün eteğinde ve arabalar içinde geceyi geçirdik. Yalnız burada araba hayvanlarından biri öldü ki süratli gelişten olmuştu. Sabahın 11'inde hareketle, Sarıkaya'ya geldik. Buraya Halil Ağa'nın Hanları dahi diyorlar. Buradan hareketten on dakika sonra Fırat üzerinde kurulmuş -askeri beş sandal üzerinde- bir köprü gördük ki, bunun üzerinden daha ileride inşâ edilmekte olan Köprü'ye ağaç naklediyorlardı. Buradan, Erzincan'a piyâde yürüyüşü ile altı saatlik bir mesâfe kalmıştı. Zevâlden sonra, 2.30'da, hareket ile bir saat sonra Erzincan Ovasına girdik. Ovanın manzarası hayli değişmişti. Her taraf yeşillik içinde, her tarafta harmanlar, koyunlar, öküzler, mandalar ve zaman zaman bunların üzerine konup-kalkan kargalar görünüyordu".
Kâzım Karabekir Sansa Boğazında (4 Mart-5 Mart 1918)
1918... Şubat ayı... Erzincan düşman çizmesinden kurtarıldı. Önce kolordu karargâhı, sonra da III. Ordu Komuta heyeti Erzincan'a gelmişti. Komutan Mehmed Vehip Paşa, Erzincan'a henüz intikal etmediği bir sırada, I. Kafkas Kolordusuna mensup kuvvetler de çok güç şartlar atında, milislerin de yardımı ile sansa Boğazı harekâtına girişmişlerdi. Boğazın açılması, Ermenilerin boğaz dışına Vican tarafına ve Tercan ovasına sürülmesinden hemen sonra, 1. Kafkas Kolordu Karargâhı da Erzincan'dan ayrılmıştı. 4 Mart 1918 sabahı saat 07.30'da, Kâzım Karabekir ve beraberindekiler Sansa Boğazı istikametinde yollarına devam ettiler. Bu yolculuk, 1918 şartları içinde, yine karlı bir zamanda gerçekleştirildi. I. Kafkas Kolordusu Komutanının intibaları da şöyledir:
"İki fayton ile yola koyulduk. Yanımda Erkân-ı Harbiye'den Cavid ve Avni beyler vardı. Piryan ve Küpesi yolunu takip ediyoruz. Geçilen yerler kötü, bozuk, köprüsüz. Batak arazi ve erimekte olan karlar yolculuğa engel teşkil etmeye başladı. Faytonumuz yer yer batma tehlikesi ile karşılaşıyor. Karargâhımın atlı kısımları bizi geçip gittiler. Süleymanlı Köyü boştu. Atlılar zaman zaman bize yardımcı oldular ve bu suretle ilerleyebiliyoruz. Öğle yemeğini Sürpiran'da yedik. Sansa Boğazı'nın soğuğu bizde bir kamçı etkisi bıraktı. Fırat / Karasu boyunca ilerliyoruz. Yolda, Ermenilerin vahşetini görmeye başladık. Sansa'nın içine girildikçe, gömüldükçe, vahşi tabiatın ne olduğunu hissetmeye başladık. Erkân-ı Harbiye Reisi Cavid Bey ve Avni Bey, önceki Sansa harekâtı hakkında bilgi verdiler. Vâdinin sağı Dersim, solunda ise Mürit Dağları, âdeta göklere yükseliyordu. Fırat ve yol kenarında bazen Ermeni ölülerine rastlanıyordu. Az sonra, Ermenilerin bize terk etmek mecburiyetinde kaldıkları Ruslar'ın mükemmel dört sahra ve iki cebel topunu gördük. Bunların Erzincan'a nakli emrini verdim. Bu topların nâzla gidişleri bize büyük sevinç verdi. Akşam olurken, Sansa'da yolculuk devam etti. Soğuk da gittikçe artmakta idi. Üzengilerimizde içi kürklü ayak örtecekleri olduğu hâlde ara sıra yaya yürümek zorunda kalıyorduk. Ama ayaklarımız hâlâ soğuktan etkilenmekte idi. Herkes, artık ancak tek cümle söyleyebiliyordu. Ömrümde böyle soğuk görmedim. Ve hemen de ağzını, burnunu örtüyordu. Karanlık iyice bastırdığı sırada Sansa Köyü'ne ulaştık. İki gözlü ufak odalı bir eve girdik. Bol ateşin etrafında toplandık. Çatı yoktu. Yıldızlar gökte ışıldayıp duruyor. Az sonra kendimizi iyi hissettik. Güle konuşa cepheden gelen haberleri ve ordu emirlerini gözden geçirdim. Sıcak çaylar, arkasından da güzel bir yemek. O yıl nedense kar çoktu. Her yer kalın bir örtü altında göze çarpıyordu. Isı eksi otuz veya otuz beş derecede seyrediyordu. Gelen rapor ve emirlerden bahsetmeden önce, bu geceyi nasıl geçirdiğimizi de kısaca kaydedeyim. Karargâh zâbiti (subayı) beraberinde getirdiği seyyar karyolasını bana terk etti. Bütün arkadaşlar yere uzanıp, yattılar. Bu hayata iştirakime ittifakla karşı duyduklarından bu gece yere yatmak şerefinden yalnız ben mahrum kaldım. Fakat gece yarısı eşyamız geldi. Herkes yorulan ve uyuşan omuz ve kalçasını ovuşturarak, seyyar karyolasına geçti. Aynı gün, Türk kuvvetleri Erzurum-Ilıca hattında idi. Titgir'de Ermenilerle temas sağlanmıştı."
Kâzım Karabekir'in Sansa'daki gecesi ve sabahı böylesine zor şartlar altında geçmişti. Ama, sevindirici haberler de ulaşmaya başlamıştı. "Ruslar dün (3 Mart 1918) Brest-Litovsk'da, sulhun imzalandığını (Dahiliye Nazırı nâmına Cemal) imzalı bir tamimden öğrendik. Rasathâne gibi damı delik olan şu Sansa Hanı'nda, bu tatlı havâdisi öğrenmek, bize daha zevkli geldi" diye ifâdede bulunan Kâzım Karabekir, sonra yorgunluk nedeni ile güzel bir uykuya dalmıştı. Ertesi gün 5 Mart 1918'di. Günlerden Perşembeydi. Sabahleyin etrafı görmek isteyen Kâzım Karabekir, Sansa Hanı etrafındaki dağları ve meşhur boğazı seyretti. Milislerin görevlerini yapmadığına kanaat getirerek, "Eğer Doğu Dersim Milisleri iyi idâre edilse idi, bu Sansa Boğazı Erzincan'dan çekilen Ermeni kıtalarına mezar olurdu." diye düşündü. Bir kere daha Şamlı Lütfü Bey'e kızdı. Ama sabah, Kâzım Karabekir Sansa'dan ayrıldı. Yaya olarak gitmeye karar verdi. Hava açık ve tabii oldukça soğuktu. At üzerinde olursa, donma ihtimalleri vardı. Kar atıştırıyordu. Yol dışında kalınlığı bir metreden çoktu. Yolun üstü basıldığı, çiğnendiği hâlde, yürüyüşü zorlaştıracak şekilde karla örtülüyordu. Boğaz çıkışına doğru soğuk, dünkünden fazla şiddetini gösteriyordu. Yüzleri, gözleri, velhasıl her tarafları sarılı idi. Kimse kimse ile konuşma ihtiyacını duymuyordu. Kar gözlükleri de sık sık sıcak nefes dolayısıyla buğulanıp, dönüyor, görmeyi engelliyordu. Kırım ve Manastır takiplerinde de kendisi soğukla yakından tanıştı. Böylece, Sansa Boğazı yolculuğu dört saat devam etti. Boğaz'dan çıktılar. Tercan ovasının batı ucu Vican / Bican'a ulaştılar. Havanın ılıklığı karşısında hayret ettiler. Öğleyin, kafile Vican'da dinlendi. Önlerinde büyük bir ova uzanıyordu. Köroğlu Dağları karşılarında hayal meyal belirmişti. Kâzım Karabekir, zorlu bir Sansa yolculuğunu arkada bırakırken, son olarak şunları kaydetmektedir:
"Sansa Boğazı'nın dondurucu ve kesici soğuğundan kurtulduktan sonra, bu düzlüğün karlı hâli de insana lâtif görünüyor." Tabii, bu zorlu seyâhat, Kâzım Karabekir'in son yolculuğu değildi. 1919'da, Erzurum'da XV. K. O. K.'nı iken, M. Kemal Paşa'nın daveti ile Sivasa giderken, bir daha, az değişik şartlarda Sansa ve Üzümlü yakınlarından geçecektir.
Yüzbaşı Ahmed Refik, Karasu Kıyılarında (Mayıs 1918)
Ermenilerin yarattığı büyük fırtına ve kıyım sonrası, yâni iki ay sonra, Erzurum'a doğru gitmekte olan Yzb. Ahmed Refik ve beraberindekiler, Karasu boyunu akışın tersine kat ettiler. İyi bir kalem sahibi de olan Yzb. Ahmed Refik, tarihî olaylara da değinerek, yolculuğu hakkında ilgi çekici bilgiler vermektedir:
"6 Mayıs 1334 (1918): Erzincan Ovası, karlı dağlar arasında kurumuş otları, sararmış dikenleri, çıplak söğütleri ile nihayetsiz, geniş... Yollardan kalkan tozlar, göğüsleri tıkıyor. Ovanın iki tarafına doğru yükselen karlı dağlar ile nihayetlenen meyiller üzerinde büyük köyler var. Fakat bunlar çıplak ve siyah ağaçları ile büyük lekeler teşkil eden yangın yerlerinden başka bir şey değildir. Yanmamış, yıkılmamış hiç bir şey yok. Her taraf ıssız. Bu dağların sahipleri, bu köylerin sakinleri nerede? Sükût... Rüzgâr, uzun yollar üzerinde tozlar kaldırıyor. Kargalar, iri, siyah vücutları ile çıplak ağaçlar üzerinde düşünüyor. Sağda Fırat (Karasu), ağaçlar arasında sessiz ve sakin akıyor. Halil Ağa Hanları önünde, bir kıta çadırlarını kurmuş, geceyi orada geçirmeye hazırlanıyor. Hava soğuk. Fırat, kayalık geçitlere sokuluyor. Dar ve yüksek boğazlardan titretici bir rüzgâr esiyor. Artık, güzel Fırat'ın sesini işitiyoruz. Uzun ve tatlı bir çağıltı, kayalara çarparak, taşları sürükleyerek, tepelere aksediyor. Tenha yollarda bizden başka kimseler yok. Bu tatsız yolculuktan bitâbız. Arabadan indik. Kayalardan atladık. Kumlar arasında koşan, köpüren, insanı kapıp götürecekmiş gibi kalpte korkular peyda eden suyun kenarına geldik. Fırat'ta yüzlerimizi yıkadık. Hava kararıyor. Biraz ötede, Fırat'ın coşkun zamanlarda geçtiği, şimdi çakıllardan mürekkep, geniş izler bıraktığı yerlerde iki köpek bir adam ölüsü bulmuşlar. Yemekle meşgûller. Zavallı adam... Çorapları bir tarafta... Gömleği parçalanmış. Başı kopmuş, vücûdu hurdahaş olmuş. Morarmış, kurumuş bir vücut. Deşilmiş bir karın... Çakıllar üzerinde yatıyor. Feci manzara... Bu cinâyet kalbe dehşet veriyor. Her taraf tehlikeli... Şiddetli bir gök gürültüsü, yüksek kayalar üzerinde korkunç akisler peyda ediyor... Geceyi Bican/Vican'da geçireceğiz".
Müffetiş, Kongre Reisi Mustafa Kemal Paşa Sansa ve Üzümlü'de (1919-1924 )
1 Temmuz 1919. Mustafa Kemal Paşa Erzincan'da. Zorlu bir yolculuk. İstanbul'un gittikçe artan baskıları. Hatta, görevini engelleme çalışmaları. Erzincan Mutasarrıfı da durumdan haberdar edilmiştir. Ama, inançlı bir yolcu. Samsun'da meşaleyi yaktı.Havza'da ilk kararını verdi. Amasya'da bir genelge yayınladı. Erzurumlular, Kongre için kendisini ve arkadaşlarını davet ettiler. İşte, bu hava içinde M. Kemal Erzincan'da idi. Ertesi sabah yola koyuldu. Hüseyin Rauf ( Orbay ), Sürreyya Bey, Refik (Saydam ), Kâzım Bey, Abbas Cevad, Hüsrev (Gerede) ve daha bir çok dava arkadaşı. Halkın Ekşisu dediği ve bazen de Böğert diye söylediği kaynak yanından sansa Boğazına doğru otomobil ile yola koyuldular. Üzümlü, 1919'da bile, Ermeni vahşetinin yarattığı kötümserlik havasından hâlâ sıyrılamamıştı. Ova, Üzümlü'den sonra daralmaya ve Karasu'ya doğru da boğaz hâlini almaya başladı. Şimdi, artık Sansa Boğazının Cibice kavşağında idiler. Karasu sessizce akıyor, yeşillik ise gözleri dolduruyordu. 1915'de tamamlanan sansa boğaz yolunda hızlı ve bir an evvel programlanmış yolu aşmaları gerekiyordu. Akşama doğru, Sansa boğazının doğu ucu Vican / Kargın'da idiler. 2/3 Temmuz 1919 gecesi, Mama Hatun'da, Tercan da geçirildi.
Erzurum günleri.. Askerlikten ayrılma, ferd-i mücâhidlik, Erzurum Kongresi, Erzurum hemşerisi ve ilk siyâsi etkinliği olan Hey'et-i Temsiliye Reisliği... Artık Doğu'da çalışmalar sona ermiştir. Sivas'ta 4 Eylül 1919'da diğer ikinci Millî Kongre toplanacaktır. M. Kemal ve beraberindekiler, 29 Ağustos 1919'da, Erzurum'dan üç otomobil ile hareket ettiler. Geceyi yine Tercan'da geçirdiler. 30 Ağustos 1919'da, Sivas Kongresi yolcuları Sansa Boğazına girdiler. O zamanki deyimle nevâleleri yâni yiyecekleri peynir, zeytin, kuru ekmek v.s. idi. İlk vasıtada M. Kemal, Hüseyin Rauf ve Erzurumlu Hoca Raif Efendi, ikincisinde Süreyya, Hüsrev ve Mazhar Müfid, sonuncusunda ise Refik, Cevad Abbas, Muzaffer ve Yzb.Osman göze çarpıyordu. Dünkü yolculuğun bir kısmı yağmur altında yapılmıştı. Paşa, bu nedenle biraz ateşli görünüyordu. Mazhar Müfid Bey, bu yolculuk hakkında şu kısa bilgiyi vermektedir:
"30 Ağustos 1919 : Gece geçirdiği hafif rahatsızlığa rağmen, Paşa hepimizden erken kalktı. Hemen yola çıktık. Akşam Erzincan'a vasıl olmamız program gereği idi. Fakat, yollar çok bozuktu ve arabalarımız sık sık arıza yapıyordu. Paşa öğle üzeri, hiç bir yerde mola vermeyelim, diyerek emretti. Zaten peynir, ekmek, zeytin yiyecek değil miyiz? Arabalarda yenilsin. Ancak, bu sayededir ki, arabaların arızaları yüzünden kaybettiğimiz zamanı telâfi ettik. Hatta, hiç bir yerde ve her hangi bir şartla yolda tevakkuf etmemek için Paşa'nın emri vardı. Buna rağmen, Erzincan Mutasarrıfı, ahz-ı asker (askerlik başkanı) kalemi reisi ile sair zevat, M. Kemal Paşa Hazretlerini ve heyeti karşılamaya gelmişlerdi".
Hatırat sahibi Mazhar Müfid Bey'in yazdıklarından anlaşıldığına göre, Sansa geçilmiş, Erzincan Ovasına girilmiş, Üzümlü'de, yukarıda bahsedilen sebeplerden dolayı mola verilmemiştir. Kafile, Halkın Ekşi Su/ Böğert Suyu dediği kaynak yakınında, Karşılama nedeni ile biraz istirahat etmek imkânı bulabilmiştir. Yazar, takiben gelişen olaylar içinde şunları yazmaktadır: "Bu gazlı bir su idi. belki de tahlili yapılmamış olduğu için ismi ve husûsiyetleri memlekete meçhul en nefis bir maden suyu idi. belki de Kisarna'dan, Afyonkarahisar'dan daha faydalı olan bu sudan bir hayli içtik ve başında bir müddet mola verdik. Akşam karanlığı basmadan Erzincan'a girdik ".
Mustafa Kemal Paşa, aşağıda temas edileceği gibi 1924'de Erzurum-Hasankale depremi nedeni ile bir kere daha Erzincan ve Üzümlü'den geçecektir.
Sansa'da Amerikalılar (23-24 Eylül 1919)
Başkan W. Wilson, Anadolu ve doğusundaki yörelerde siyâsi ve sosyal durumu yerinde görmek, incelemelerde bulunmak üzere bir askeri heyet teşkili emrini verdi. Daha önce, John Pershing isimli bir komutanın başkanlığını yaptığı American Expeditionary Force in France'in subayları arasında bulunan James Gutherie Harbord, önce İstanbul'a sonra, Anadolu'nun kalbinin attığı Sivas'a gitti. Orada M. Kemal Paşa ve arkadaşları ile görüştü. Yolculuğuna, on yedi subay, sinema, fotoğraf işlerinden anlayan şoförlerin de dahil olduğu kalabalık bir ekiple Erzincan'a geldiler. Burada Mutasarrıf ve Komutan tarafından karşılandılar. Wilson İlkeleri'nin 12. Maddesini içeren pankartları gördü.
J. G. Harbord (1866-1947), Amerikan malı vasıtalar ile Erzincan'dan ayrıldılar. Üzümlü yakınlarından geçerek, Sansa Boğazı'na girdiler. Gece seyyar karyolalarda, özel çadırlarda geçirildi. Boğazda hava açık, fakat geceleri kendini hissettiren soğuk vardı. Başta Harbord olmak üzere, diğer subaylar açıkta gecelemeye ve araziye alışkın oldukları için durumu pek yadırgamadılar. Yanlarında, Euphrates diye isimlendirilen Karasu akıyordu. Daha önce edindiği bilgilere göre, boğaz emniyet açısından pek güvenli değildi. Dersimliler, her an yollarını keser ve tehlike arz edebilirlerdi. Sık sık tercümanlardan (Ermeni ve Türk) bilgi alıyordu. Karasu'nun sessiz, bazen de çağlayanı andıran akışını seyrederek, gün yükselirken Sansa Boğazı'nı geride bıraktılar. Şimdi karşılarında Tercan Ovası ve bir zamanlar pâdişahların konaklamasında ev sahipliği yapmış olan Kötür Kalesi ve köprüyü seyrettiler. 25 Eylül 1919'da Erzurum'daydılar.
Halil Paşa'nın Sansa'dan Geçişi (1920)
Halil Paşa, Osmanlı Devleti'nin çöküş devrinde Başkumandan Vekili diye imza atan Enver Paşa'nın amcası idi. Kut el-Amara (Irak) daki kahramanlığı dillere destan olmuştu. Bu nedenle, Cumhuriyet'te "Kut" soyadını almıştır. Halil Paşa, dünya savaşının bitmesi ile İstanbul'a döndü. Bekirağa Bölüğü'nde bir müddet tutuklu kaldı. Sonra, bir fırsatını bularak Adapazarı üzerinden Ankara'ya, oradan da Sivas yolu ile Erzincan'a ulaştı. Niyeti Azerbaycan'a geçmekti. Halil Paşa da Sansa Boğazı'nı arz ettiği tehlike dolayısıyla, korku içinde geçmişti. M. T. Sorgun tarafından düzenlenen ve yayınlanan hatıratta Sansa yolculuğu için şunları anlatmaktadır:
"Erzincan'dan Erzurum'a hareket ettik. Yol üzerinde Sansa Boğazı vardı. Orayı geçecektik. Boğaz tekin değildi. Geceyi bir handa geçirdik. Gümüşhane'den Erzincan'a meyve satmaya gelmiş kırk-elli kişilik bir kafile vardı. bütün yükleri eşeklere yüklenmişti. Hepsinin silâhsız oldukları görülüyordu. Biraz sonra yanıma geldiler. Bunlar Boğaz'ın kesik olduğunu öğrendiklerini, tetik olmamızı söylediler. Benim yanımda iki adamım vardı. Üç de silâhımız oluyordu. Fırka (tümen) kumandanı da yanımıza kılavuz olarak üç süvâri vermişti. Bizimle beraber seyahat eden Erzurumlu iki yolcu vardı ki, Rus tüfekleri ile müsellâh (silahlı) idiler. Sekiz tüfek ediyorduk. Silâhsız olan köylüler, Boğazı kesen eşkıyalar yüzünden kendilerini himayemize almalarını ricâ ettiler. Bunu böyle söylüyorlardı ki, yok demek olmazdı. Siz bizden iki saat önce hareket edeceksiniz. Biz atlıyız, size boğazın zor yerinde yetişmiş oluruz. Bu teminatı alınca, sevinçle Han'dan çıktılar. Eşeklerini önlerine kattılar. Nitekim, hesapladığım gibi, Boğaz'ın en dar yerinde, köylülere yetiştik. Bizi görünce sevindiler. Üzerlerindeki korku bulutu dağıldı. Boğaz'ın kayalık ve en tehlikeli kısmını dönüyorduk ki, birden bire arkalarından otuz tüfek birden patladı. Atlarımızın başını çevirerek, süratle geriye döndük ve silâh seslerinin üzerine gittik. Tekrar dönüp geldiğimizde, eşeklerin üzerindeki yüklerin Dersimli eşkıyalar tarafından indirilmiş olduğunu gördük. Dersimliler, karşı taraftaki sırtın gerisinde kaybolup, gittiler. Arkalarından bir kaç el ateş ettik. Ama yol vermez Fırat Nehri'nin geçit yerini bilmediğimiz için, takip edemedik. Eşkıyaların kaçıp-gitmelerinden sonra köylüler kendilerine geldiler. Eşkıyaların reisi dipçiklediği bir köylüye, şimdi önünüzden giden paşa kimdi? diye bir soru sormuş. O da, "Biz Paşa falan tanımıyoruz. Han'da gördük onları..." cevabını verip, işi savuşturmuş. Mama Hatun'a ulaştığımızda, bu tehlikeli boğazdan köylülerin rahatça geçip-gidebilmeleri için devamlı bir müfrezeyi oraya göndermesini, Erzurum'daki Kâzım Karabekir Paşa'ya bildirdim.
Yusuf Kemal ve Arkadaşları Sansa'da (1921)
Ankara'da TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa'nın talimatı ile Yusuf Kemal ve Dr. Rıza Nur, Rusya'ya, Moskova'ya gönderildi. O tarihlerde böylesine çetin yolculuk yapmak oldukça zordu. Hudut dışında bir çok tehlike ve iç karışıklık mevcuttu. Moskova murahhasları, 14.12.1920'de Ankara'dan hareket ettiler. Kayseri ve Sivas üzerinden Erzincan'a yolculuk yaptılar. 7 Ocak 1921'de Çardaklı Boğazı gibi, önlerindeki Sansa da onlar için epeyce ürkütücü ve korku verici idi. Dr. Rıza Nur, Erzincan'dan sonraki izlenimlerinde, Üzümlü'ye ismen temas etmez ama, Sansa Hanı ve yolculuk hakkında ilgi çekici bilgiler nakletmektedir.
"Erzincan'dan ilerledik. Artık Ermeni tahribatı görüyoruz. Harb-i Umûmi sonunda, Rus ordusu Bayburt ve Erzincan taraflarından çekilirken, Rus ordusundaki Ermeniler, müthiş katliamlar ve emsâlini yapmışlardır. Buradaki insanların hikâyesine bakmağa lüzûm yok.Bunu söyleyen şey, ikide bir gördüğümüz birçok yıkık duvarlardan mürekkep virâneler... Bunlar Türk köyleri imiş. Ermeniler ahâliyi, kadın erkek ve çocuk kesmişler. Köyleri de yakmışlar. Tuhaf, buralarda tek bir ağaç yok. Sordum. Dediler: Ağaçları da söküp yakmışlardır. Artık Kars'a kadar böyle virâneler arasından geçiyoruz. Koca ova. in, cin yok. Cidden kan ağlatıcı manzara görülüyor. Ve anlaşılıyor ki bir müddet evvel buralar mamur imiş. Evler varmış. Evlerinin önünde çocuklar oynarmış. İnekleri ve koyunları varmış. Bağırır melermiş. Nadiren bu harabelerde, dumanlar görüyoruz. Sağ kalan bir iki aile şimdi gelmiş, yıkık duvarlardan biraz örüp, üstünü toprakla örtmüş ve içine girmiş. Virâne de baykuştan başka bir şey değil. Köy bununla mı eski hâline gelecek? Ne kadar zamanda?.. Bunlara sorunuz, Ermeni faciaları kanlı zehirli hikâyeler. En taş yüreklileri ağlatır. Önümüzde bir geçit daha var. Adı Sansa Boğazı."
Dr. Rıza Nur, o zaman için büyük tehlikelerle dolu boğaz hakkında sözlerine şöyle devam etmektedir:
"Bir ukbe, bir belây-ı berzah imiş. Bunun dehşeti coğrafi teşekkülünde değil, Dersim eşkıyasından... Canı dişe alıp, buna da gireceğiz. Bu eşkıyanın fenalığı, pusu arkasından yolcuyu evvelâ vurmak, sonra soymak imiş. Halbuki, Anadolu'nun diğer taraflarında eşkıyası geçidi tutar. Davranma der, soyar. Müdafaâ görmez ise cana kıymaz. Bunlar ise önce öldürüp, sonra soyuyorlarmış. Bu fena... Bakalım... Boğazın ucuna geldik. Konak yeri var. Geceyi geçirdik. Boğaz uzun imiş. Fare gibi bu deliğe gireceğiz. Muhafızlarımızı değiştirmişler. Erzincan'da, yeniden bir jandarma kuvveti vermişlerdi. Hazırlandık. Hareket edip, boğaza gireceğiz. Zabit ve neferler, bir sıra dizildiler. Zabit, "bize müsaâde efendim" dedi. Hep hayret ettik. Reisliğine pek sahip olmak isteyen Yusuf Kemal, Çardaklı vakasından beri hiç bir şeye karışmıyordu. İdâre üstüme kalmıştı.. Dedim: Ayol, sizi bize muhafız diye verdiler. Vazifeniz asıl bu boğazı geçirtmektir... Öyle amma döneceğiz, dediler. Pekiyi, madem öyle, nasıl olur siz emir kulusunuz. Askersiniz. Asker nizâmına tabisiniz, dedim. Baktım, öyle lâflar heriflere vız. Biri kendini tutamadı, dedi: Efendi, biz canımızı bedava bulmadık. Buraya giren sağlam çıkmaz. İş anlaşıldı. Biz demek canımızı bedava bulmuş, nasıl olsa gireceğiz. Düşündüm, böyle bir kuvveti zorla, tehditle götürmekte bir fayda yoktur. Varsın geri dönsünler. Zabitten itibaren birer birer, dönmek istiyor musunuz, diye sordum. Bu cevap hep evettir. Sade, onbaşı, Efendim ben sizinle geleceğim. Çünkü, emir öyledir. Biz askeriz. Vazifemiz budur, dedi. Dedim, sen bu saftan çık, şurda dur, korkaklara hitâben dedim ki, Ne korkak insanlarsınız. Kadın olmalıydınız. Hem de vazifenizi inkâr ediyorsunuz. Yediğiniz millet ekmeği gözünüze dizinize dursun. Sizi zorla götürebilirdim. Bu cürümünüzün cezası idamdır. Fakat sizin gibi, karıları ne yapayım. Eşkıya zuhûr etse, bizden evvel siz kaçacaksınız. İyisi mi dönün. Hem utandılar, hem de memnun olup gittiler. Hepsinden ziyâde zabitlerine acıdım. Harbiye'den çıkma bir genç. Yazık. Onbaşıyı beraber aldık. Sebebi eşkıya için değil, bir köye rast gelirsek, bize yiyecek satın alması, yatacak bir yer bulması içindir. Çünkü, köylü onun dilinden anlıyor. Bizimkini anlamaz. Ne desek aldırmaz. Bu adam garbî Anadolu ahâlisinden imiş. Boğazı geçtikten sonra bir mükâfat etmek lâzımdı. Dahiliye Vekâletine yazdım. Terfian memleketine nakil etti. Boğaz'da gidiyoruz. Bir tarafımız küçük tepeler. Altımız iyi yapılmış ve geniş şose. Diğer tarafımız Karasu Irmağı. Irmağın öbür tarafı Dersim Dağları ki yüksekçe. Her adımda eşkıya zuhûr edeceğinden korkuyoruz. Kulaklar kirişte. Kimsede can yok. Herkes somurtmuş, mütevekkilâne gidiyoruz. İnsan, tuhaf mahluktur. Lüzûmunda bile bile ölüme gidiyor. Arada taşlardan yapılmış metrislere rast geliyoruz. Eşkıya bunların arkasından ateş edermiş. Her metris gördükçe afallanıyoruz. Ölü gibi oluyoruz. Geçtikçe, Elhamdülillah, bunu da selâmetle geçtik diyoruz. İnsan, burada eşkıyaya yakalanırsa, kaçmanın da imkânı yoktur. Bir taraf dağ, bir taraf ırmak, helecan içinde akşamı ettik. Konak yerine indik. Bu gece de müthiş bir gece geçireceğiz. Eşkıyanın pençesi altındayız. Bir tepenin önüne üç duvar yapılmış. Olmuş bir han. Pencereleri pek yüksekte ve mazgal deliği halinde. İçeri girdik. Atları da soktular. Sebebini sordum. Dışarıda bırakılmaz, eşkıya götürür, dediler. At, insan, eşya dengi üst üste bir yere tıkıldık. Ömrümde böyle bir şey görmemiştim. Başımıza bu da geldi. Aman, bu Anadolu'da seyâhat ne müthiş şeymiş. Vatan yolunda neler görüyorsunuz. Hancı ihtiyar bir adam. Posbıyık. Sakal göbeğinde. Başta külâh ve yazma sarık. Her gözünde birer okka cerahat. Yiyecek yok. Neyse adamcağız bize yumurta buldu, yedik. Eşkıyanın gece hanı basması ihtimali varmış. Kapının arkasına denkleri koydular. Pencere de yok. Emniyetteyiz. Bizim seyyar karyolaları kurup, yattım. Böyle insan, hayvan beraber yatmanın iyiliği de varmış. Sıcak oluyor. Sabah, erken hazırlandık. Yola düzüldük. On metre gidince benim fayton kırıldı. Bu seyâhatte, bir defa bile sağlam bir arabaya rast gelemedik. Şimdi arabasız kaldım. Halbuki bu ukbeden bir an evvel çıkmak lâzım. Aklımı bozacaktım. Arabacıyı öyle dövdüm ki, yerlere yuvarlandı. Çürük araba ile bir daha sefere çık, diye dövdüm... Ne ise bir başka arabaya sığınıp, ilerledik. Bir aralık Dersim yakasında mağaralar görüldü. Köroğlu Mağaraları dediler. Suyun üstünde, dik kayalık içinde delikler. Hakikaten Köroğlu buraları geçmiştir... Nihayet bu belayı geçirdik. Sağ salim çıktık. Bin şükür Yarabbi. Mama Hatun'a geldik."
Üzümlü'nün Erzincan'daki "9" lu Yıllardaki Yöneticileri
Üzümlü, belirtildiği gibi sürekli Erzincan Sancağı, Mutasarrıflığı, vâliliği içinde yer almıştır. Erzincan'a yakın olduğu için de önemli beldelerden sayılmıştır.
1899'da Erzincan Mutasarrıfı Asâf Paşa'dır. 1897-1903 yılları arasında Erzincan'ı yönetmiştir. Ferid Paşa'nın oğludur. Kiğı/Pülümür/Kızucan üzerinden Erzincan'a gitmekte olan Rus konsolosunun soyulması üzerine hemen tatbikata girişmiş ve eşkıyayı tevkif ettirmiştir. Eski Erzincan Belediye binası, Vâli Konağı üç büyük sağlık binası ve Belediye kantarını şahsi gayretleri ile hizmete sokmuştur. Doğu Anadolu'da eski eser araştırması yapan ve Urartulara ait bir çok eseri bilim dünyasına kazandıran Lehmann-Haupt, kendisini 1899'da ziyâret etmiş ve seyahatnâmesine Asaf Paşa'nın resmini almıştır. 1919'da ise Erzincan Mutasarrıfı Eşref Bey'dir. M. Kemal'in karşılanmasında ve uğurlanmasında, geri dönüşünde bulunmuştur. Bab-ı Ali'nin görevden alma telgrafını da Erzincan'da iken kendisine vermiştir.
Cumhuriyetin ve M. Kemal Paşa'nın Reis-i Cumhurluğunda ilk vâli Hüseyin Hüsnü Bey'dir. 21 Aralık 1922'de, Bağımsız Mutasarrıf iken 1923'de vâli tayin edilmiştir. Daha sonra Berker soyadını alan vâli, 30 Mayıs 1926 yılına kadar Erzincan'da kalmıştır. Ali Kemali Bey'e yazdığı mektubunda, bölgenin o zamanki durumundan dolayı asayişte istikrar sağlamak, ilin yoksun olduğu Özel İdârenin yeniden kurulması, memleketin ilmî ve iktisadî alanlarda gelişmesine ilişkin tedbirlerin alınması gibi konular da geçmiştir. "Benim için değerli bir tecrübe olan bu süre dünya barışının millî menfaatlerimize uygun bir şekilde gerçekleşmesi, Cumhuriyetin ilânı gibi önemli olayların tatlı anılarına, ilin aziz ve muhterem halkından gördüğüm sevgi ve samimiyetin değerli anılarını ekleyecek olursam bu kısa zamanın bence ebediyen unutulmayacak bir anıyla dolu olduğunu ifâde etmiş olurum" diye düşüncelerini, tecrübelerini dile getirmiştir.
1929'da, Üzümlüler'in de yakından tanıdığı Vâli Hasan Tahsin Bey'dir. 16.12.1928-19.8.1930 tarihleri arasında Erzincan'da bulunmuştur. O da, kısa vâlilik dönemindeki hislerini şu şekilde dile getirmektedir: "Erzincanlılardan gördüğüm hüsn-ü kabul ve bu munis ve temiz insanlar arasında geçen zamanın tatlı hâtıralarını unutturmuştur."
O. Nuri Tekeli'den önce, 1939'da ise Erzincan Vâlisi Mehmed Fahri Bey'dir. Soyadı Özen olan vâli, Erzincan'a Siirt'ten gelmiştir. 31 Mayıs 1939'a kadar Erzincan vâliliği yapmıştır. K. Atatürk döneminin Erzincan'daki son vâlisidir.
Erzincan'da 1999'un son vâlisi Recep Yazıcıoğlu'dur. Ölümsüz eserleri, kültürel etkinlikleri, halk ile kaynaşması renkli kişiliği ile Erzincanlıların kalbinde olduğu gibi Üzümlülerin de kalbinde taht kuran R. Yazıcıoğlu, Sürmeneli'dir. Hukuk Fakültesini bitirmiş, 1968'de Aydın'da, Maiyet Memurluğu yapmıştır. Kalkandere, Bahçe, Hamur, Ayvacık, Kırıkhan, Alaca, Akçakoca kaymakamlıklarında bulunmuştur. 1984'de Tokat vâlisi oldu. 14 Ağustos 1989'da Aydın vâliliğine atandı. 19.08.1991-Ekim 1999 tarihleri arasında da Erzincan Vâliliği yapmıştır.
Cumhuriyet'in İlânı (29 Ekim 1923)
Üzümlü, 1923'e kadar çeşitli yönetimler altında kalmıştı. Krallıklar, nahararlar (derebeylik), strategiosla, marzubanlar, dükler, vâliler, beyler, sultanlar, emirler, beylerbeyleri, şark seraskerleri, mutasarrıflıklar... Son yönetim tarzı ise 1923'te ilân edilen cumhuriyettir. Üzümlü, 29 Ekim 1923 heyecanını, Erzincan'la birlikte yaşamıştır. 11. Dönem için yapılan seçimlerde Erzincan'ı ve dolayısıyla Üzümlü'yü temsil eden milletvekilleri Abdülhak (Fırat), Sabit (Sağıroğlu) ve Mehmet Hamdi (Arpağ)'dır.
Reis-i Cumhur olarak ilk tanıdığı kimse de M. Kemal Paşa'dır. Üzümlüler'in "Gâzi Paşası" dır. Üzümlü, Cumhuriyet idâresinde, Erzincan Vilâyetine bağlıdır.
1927-1931 yasama döneminde ise Erzincan'ı, Üzümlü'yü TBMM'de temsil eden milletvekilleri Saffet (Arıkan), Abdülhak (Fırat) ve Aziz Samih (İlter)'dir. Her üç milletvekili cumhuriyetin oluşmasında, emekleri geçen devlet adamlarıdır. Aziz Samih Bey, Kuruçay'lıdır. Asker olarak, muhtelif görevlerde bulunmuştur. "Zivin'den Peteriç'e" isimli askeri tarihin de yazarıdır. Saffet Arıkan da Erzincanlı'dır. Millî Mücâdelede Ali Fuat Paşa yanında bulunmuştur. Daha sonraları bakanlık görevlerinde göze çarpacaktır.
Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Üzümlü'de (30 Eylül-10 Ekim 1924)
Yıl 1924. Erzurum ve çevresinde Pasinler Depremi diye anılan maddi ve manevi birçok zarara sebep olan olay meydana geldi. Bu sırada, Reis-i Cumhur Gâzi Mustafa Kemal Paşa, Karadeniz sahillerinde yurt gezisinde idi. Erzurum Vâlisi ve Belediye Başkanı, durumu kendisine arz edince, Samsun'a dönüldü ve buradan kara yolu ile Erzurum'a hareket edildi. 1919 senesindeki tarihî yolculukta da aynı yol takip edilmişti. Gâzi M. Kemal, bir an evvel depremzede vatandaşlarının arasında bulunmak istediği için, geçtiği merkezlerde pek oyalanmadı. Erzincan'a 29 Eylül 1924 Pazartesi günü vardı. Vilâyet sınırında Vâli Faiz, VII. K. O. K.'nı Asım (Gündüz), Belediye Başkanı Müftizâde Hakkı (Altınok) ve Halk Fırkası (Partisi)'nden Münir Ziyâ tarafından karşılandılar. Gece III. Ordu Müfettişlik Binasında geçirildi. 30 Eylül 1924 Salı sabahı erken saatlerde Erzurum'a hareket edildi. Kafilede, saygı değer eşi Lâtife Hanımefendi, Yozgat Milletvekili Rauf (Benli), Cumhurbaşkanlığı Başkâtibi Tevfik (Bıyıklıoğlu), Başyaver Rusûhi, Muhafız Birliği Kumandanı Binb. İsmail Hakkı (Tekçe), Yüzbaşı Muzaffer, Özel Kalem Müdürü Memduh (Atasev) ve diğerleri göze çarpmakta idi. Saat sekizde Erzincan'dan ayrılan M. Kemal, daha öce geçtiği yoldan, Ekşisu'dan Üzümlü yolunu takip etti. Beldeye uğramayarak, doğruca Sansa Boğazı'na girildi. Böylece ilk defa bir Reis-i Cumhur, Üzümlü ve Sansa'yı şereflendirmiş oluyordu.
10 Ekim 1924'e kadar, Erzurum ve çevresinde ilgililerle görüşen Reis-i Cumhur, bu tarihte aynı yolu takip ederek Erzincan'a dönecektir. Ancak, bu defa kafilede Lâtife Hanım yoktur (10 Ekim 1924).
Modern Ulaşımda Demiryolu
Cumhuriyet hükümetlerinin önem verdikleri ve Kemal Atatürk'ün vasiyeti olan demiryolu konusu 1938'de gerçekleştirildi. Demiryolları önce Avrupa'da, sonra Osmanlı ülkesinde inşâ ettirildi. Kısa zamanda deve kervanlarının yerini aldı ve yolculuklar da kolaylaştırıldı.
II. Sultan Abdülhamid devrinde Erzincan-Erzurum, Trabzon-Erzurum demiryolları projeleri gündeme gelmiş ise de Rusya'nın baskısı ve I. Dünya savaşının ağır ekonomik durumu, yapımı engellemiştir. Gnrl. Yudeniç'in isteği ve Çar II. Nikola'nın da oluru ile Rusya Doğu Anadolu'da yeni işgal bölgelerinde demir yolu çalışmalarını başlattı. Ancak, Ruslar halkın dar hat dediği dekovil sistemini Erzurum'un batısında Aşkale'ye kadar inşaatı gerçekleştirebildiler. Bolşevik ihtilâli ve cepheden genel çekiliş nedeni ile demiryolu projesi yine hayata geçirilemedi.
Kemal Atatürk'ün vasiyeti doğudaki demiryolunu Erzincan ve Erzurum'a kadar uzatmak ve dar hat ile birleştirmekti. TBMM'nin her açılış konuşmasında bu isteğini ısrarla tekrarlamıştır. Ali Çetinkaya'nın vekilliği esnasında tren ve demiryolu politikası devam ettirilmiş ve çok zor şartlar içinde Ankara-Kayseri-Sivas bağlantısı sağlanabilmişti. K. Atatarük'ün hastalığı ve aramızdan ayrılışı esnasında demiryolu Sivas'tan Erzincan'a doğru uzatılmakta idi. Nihâyet, 8 Ekim 1938'de demiryolu Erzincan'da noktalanmıştı. İ.İnönü'nün Cumhurbaşkanlığının ilk aylarında hummalı çalışmalar sonunda, 12 Aralık 1938'de, Erzincan İstasyonu hizmete açılmıştı. Resmi bültenlerde yer alan diğer bir haber de "Erzurum hattının Erzincan'dan Erzurum'a kadar olan 213 km.lik kısmındaki inşaât ray döşemesine müsait hâle gelmişti. Hâlen Erzincan'dan itibaren 15 km. ilerisine kadar ray döşenmiş bulunuyor." Aralık 1938 tarihli bu haberden anlaşıldığına göre, Erzincan İstasyonundan itibaren başlatılan yol çalışmaları Üzümlü'nün güneyine, bağlı köylerine kadar uzatılmıştır. Bu hattın geçtiği alanlar, eski araba yolu paralelinde olup, Çemberek Çiftliği, Pizvan, Karasu Çayı Bataklığı, Bulanık Bataklığı güneyi, Denizdamı'ndan geçiyor, Karakilise civarındaki Altınbaşak'ta sona eriyordu. Burada da istasyon yapılmış ve böylece, yol Üzümlü'ye en yakın çizgiye ulaşmış oluyordu. Demiryolunun en zorlu yapımı ise Sansa Boğazı'nda olmuştur. Zira dağların durumu ve Karasu'nun arz ettiği konum, mühendisleri epey uğraştırmıştır. Üzümlü bölümündeki güzergâh ve duraklar: Tanyeri, Mutî/Mutlu, Sansa'dır. Vican, Kargın ve Mercan üzerinden Aşkale'ye ve Erzurum'a devam eden yolun resmi açılışı da 1939'da yapılmıştır.
SONUÇ
Tzumina-Cimin ve Üzümlü... Asırları bu isim altında yaşamış bir ilçemiz. Erzincan'ın kuzeyindeki dağ zinciri eteğinde, tarihî Altıntepe'nin yakınında oluşu, onun bir çok kültür ve medeniyeti yaşadığına delildir.
Din açısından, paganist devreyi Urartu'dan İran dönemine kadar yaşadı. Takiben ateşgede rahiplerinin kontrolüne girdi. Persler Anahid gibi kültür bölgedeki gibi Üzümlü'de de tapınma aracı yaptılar. Roma'nın gelişi ile bu defa Lâtin panteonu hakim olmuştur.
Hıristiyanlık, çok sonraları, Aziz Grigor (Aydınlatıcı) vasıtası ile yayıldı. Kısa zamanda bir çok vank denilen tapınaklar, hem Üzümlü'de ve hem de Erzincan'da göze çarpmıştır. Doğuda Theodisiopolis (Erzurum), Tzumina da, Aedifis'de görüldüğü gibi, Doğu Roma'nın büyük imparatoru Justinianus adıyla göze çarpmıştır.
Sasani istilâlarının yerini VII. yy ortalarında İslâm gazâları aldı. Peygamber Hz. Muhammed'in sahâbesi veya Halifelerin emirleri, Kemah, Erzincan ve Erzurum gazâlarında Üzümlü'yü de İslâm Devleti topraklarına kattılar. Böylece ilk defa Allah, Hz. Muhammed ve dolayısıyla ezan sesleri Üzümlü sosyal hayatında görüldü.
Malazgirt Zaferi ile Üzümlü'nün de kaderi değişti. Alp Arslan ve Melikşâh'ın emirlerinden olan Mengücük Gâzi, ilk Türk hakimi olarak Üzümlü'de saygı ve itibar görmüştür. Selçuklular, Moğollar, İlhanlılar, Türkmen asıllı beylikler ve nihayet Koyunlular'dan sonra Kara ve Ak Koyunlular da Üzümlü'ye Türkleşme sürecini kazandırdılar. Yıldırım ve Temürleng gibi fatihler de Üzümlülüler'in yabancısı değildiler. Şâh İsmail fırtınasına, Yavuz Sultan Selim 1514'te son verdi. Kanûni Sultan Süleyman gibi cihân padişâhı İran seferi için Üzümlü'nün Cibice Geçidi'nden geçti.
Üzümlü, Erzincan gibi sürekli depremlerin tehdidinde kaldı. Eski kalıntılarını toprağa gömdü. Bir çok insanı da zarara uğradı.
Osmanlı-Rus Harplerinin sonuncusu sayılan I. Dünya Harbinde yenik düşülmesi üzerine Ruslar, 1916'da ilk işgâl acısını yaşattılar. I. Kafkas Kolordusu'nun fedakâr askerlerince 1918'de kara günlere son verildi. Mütâreke... Kongreler... Büyük Kurtarıcı M. Kemal ile, hem Hey'et-i Temsiliye Reisi, hem de 1924'te Reis-i Cumhur Gâzi Mustafa Kemal Paşa olarak tanıştı. Onu topraklarında gördü. 1923'te Cumhuriyet idaresi. Vilâyet merkezi Erzincan idi.
M. Kemal Atatürk sürekli olarak, demiryolu politikası üzerinde durdu. Nihayet 1938'de modern ulaşım aracı tren-demiryolu Üzümlü güneyinden geçirildi. Aşılmaz Karasu, betonarme veya demir köprülerle aşıldı.
Üzümlü, Tzumina ve Cimin isimlerini taşımıştı. İlçe oluşu ile, kara üzümü ile sıfatlandırıldı ve "Üzümlü" adını aldı. Ve böylece 2000'li yıllara doğru adım atılmak üzeredir.
Tarımın, ticaretin, kültürün ve eğitimin gelişme göstermekte olduğu Üzümlü'yü artık parlak bir gelecek beklemektedir.